İleride sol tarafta bulunan dolapların arasında mağaranın öteki girişinden kalan kısa dehliz vardı ve burası taşla örülüp demir parmaklıklarla kapatılmıştı, çıkmaz sokak gibiydi. Gözleriyle demir parmaklıkların ardındaki taş duvara gitti, kulaklarını taşların ardına açtı. Bir müddet sessizlik olduktan sonra gürültü şiddetlenerek yaklaştı. Duvarın ardında bir göçük olabileceğini düşünüp gözlerini çekti ve sayfalara döndü.
Ancak içi hiç rahat değildi. Daha önce çok sağlam olan mağarada göçük emaresine rastlamamıştı. İhtimalleri düşününce kalp atımları ve nefes alış verişi hızlandı, alnı hafiften nemlendi. Ellerini yüzüne yelpaze yapıp serinlemeye çalışırken hiç bir şey anlamadan sayfaları çevirdiğini fark ettiğinde yeni sesler duymaya başladı.
Islık ve fısıltı karışımına benziyordu.
Parmaklıkların arasında kımıldanan karaltıyı görünce bir adım geri gitti. Birazdan yüreği ağzından kaçıp gidecekmiş gibi hissetti. Korku onun lügatında olmadığı halde!
Ve fıtratına yakıştıramadığı hislerden silkelenip çabucak soğukkanlılığını toparladı. Karaltı yaklaşırken eğildi, avuçlarını bir karış mesafe kalana kadar yere doğru yaklaştırıp daireler çizdirdi. Avuç içlerini birbirine bakacak şekilde hareket ettirip doğruldu. Sanki ellerinin arasındaki boşlukta görünmez bir şey yuvarlıyormuş gibiydi. O sırada kandiller ve meşaleler tek tek söndü ve Aydilge'nin ellerinde sarı şimşeklerden oluşan bir küre şekillendi.
Gözlerini kapatmış ince dudaklarının arasında bir şeyler mırıldanıyor bir taraftan da ellerinin arasında ışığı çoğalan şimşek küreyi hızla döndürüyordu.
"Sar- Zin Ko'ren! Ti'y- Ma Za-Ren!"
Yüksek sesle haykırıp tam küreyi karaltının geldiği yöne fırlatacaktı ki...
"Dur!"
Diye bağıran sesi duydu. Gözlerini açtı ve istemeyerek avuçlarını sakinleştirdi. Işıklar kendi kendine yanıp alevlenmeye başladığı zaman karşısında, birden bire kendi bedeni kadar büyüyen iki tane boynuzlu engerek gördü. Toprak rengi tonlarından oluşan bedenlerinin üzerinde zik zaklar şeklinde dizilmiş koyu kahverengi baklava dilimlerine benzeyen pulları cam gibi parlıyordu. İkisi de gövdelerinin yarısını yerde bırakıp diğer yarısını yukarıya kaldırıp dikildi. Düşey bir çizgi gibi görünen göz bebekleri ince birer mührü andırarak Aydilge'nin gözlerine kilitlenmişti.
Gördüğü ve duyduğu karşısında bu kez korkusuna hakim olamayan Aydilge geri geri gitti. Beyni son derece hızlı çalışıyor, düşünceleri sürekli değişerek şimşekler çaktırıyordu kafasının içinde. Ustasının anlattıkları, kitaplarda okudukları birbirine karışıp gel git etkisi oluşturuyordu. Hatta gelirken arabada aklına gelen yılan fikri...Tam olarak engerek düşünmüştü. "Ben mi hayal görüyorum yoksa engerekler zihnimi mi okuyor? Üstelik konuşuyorlar! 'Dur' dedi demin birisi..." Geri geri yürümeye devam etti fakat onlarda geliyordu.
"Dur!" Diye tekrar etti biraz ince olan. Bunun üzerine buz gibi dondu Aydilge. Dudaklarını kıpırdatabilse çok şey söyleyecekti ancak sadece bakmaya devam etti.
"Ssssenn bilge Serden'in talebesi Aydilge misssssinn?"
Şaşkınlıkla başını sallayabildi Aydilge. Hocasını ve kendisini tanıyorlardı demek ki... Bir an Serden'e kızdı "neden beni bilgilendirmedi" diyerek.
"Herhalde ssseni korkuttuk. Korkma! Sssserden benim dostum ve müttefikimdi, ölmeden önce seninde dostumuz olacağının teminatını vermişti. Onun efsunu sayesinde bizi duyabiliyorsssun. Ben, sssekiz diyarın ve yılanların sssultanı Şahmaran'ın dayısı Dahak, bu da benim oğlum Nagassss...."

YOU ARE READING
ŞAHMARAN'IN SIRRI-YILAN HİKAYESİ
Fantasy"En büyük dağı görüyor musun? Orada çok büyük bir kayalık var. O kayalığın içinde ise bir mağara. İşte o mağarada bir insan bedeni kalınlığında upuzun bir yılan varmış. Bu yılan mağarada uyuyormuş, eğer adını üç kere üst üste söylersen uykusundan uy...