Media da: Hudna /Urfa divan ayağı ( blues, jazz ve Türk folklorik ezgileri birlikte harmanlanmış)
Dinlemenizi öneririm. Bu kitapta çok fazla karakter resmi kullanmayacağım; beğendiklerim ve gözüme çarpan farklı resimler olursa başka tabi ki. Ara ara sevdiğim müzik ve şarkılardan ekleyebilirim. Yerli yabancı fark etmez ama genellikle folklorik ve oryantalist ezgiler olacaktır. Keyifli okumalar ve dinlemeler dilerim :)
Beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin...
..........................................
Gün batımından az önce kesilen yağmurun ıslattığı toprak kokusu, hanımeli ve gül ile karışıp ruhumu yeniden canlandırdı. Bütün gün boyunca sıcakla birlikte yapış yapış nemden bunalmıştım. Ağaçlar, çiçekler öğleden beri boynu bükük, solgun, kavrulmuş bir halde sallanıp durdular. Şimdi bakıyorum da yağmur suyunu kana kana içince, canlı mağrur duruşlarına kavuşmuşlardı. İçime koca bir nefes çekip "Oh" dedim "Dünya varmış."
Akşam ezanı sonrasında evde hummalı bir hareketlenme baş gösterdi. Anneannem ve İnci teyzem; salon, mutfak ve balkon arasında mekik dokuyorlardı. Birisi akşam yemeği için sofrayı kurmaya çalışıyor, diğeri de yemek sonrası hazırlıkları yapıyordu. Büyük ihtimalle çaya misafir bekleniyordu. Hiç misafir kaldıracak durumda değildim nereden çıktı şimdi? Bari benim akranım çocukları olsa da yalnız kalmasam yetişkin muhabbetleri arasında.
Annem, yola çıkmadan önce kasaba havasının bana iyi geleceğini söylemişti. Onun çocukluğu burada, bu şirin ve güzel yerde geçmiş. Ağaçlara tırmanıp meyveleri dalından yemek, dağlarda gezmek ve sabah erkenden kalkıp azık hazırlayarak tarlaya gitmenin ne kadar zevkli olduğunu anlata anlata bitirememişti. Biz şehirde kolay, sıkıcı ve kasvetli bir hayat yaşıyormuşuz. Gerçekten de annem haklıydı, burası çok güzeldi. Anneannemlerin evi kocaman bir bahçe içerisinde bulunuyordu tıpkı cennet bahçesi gibi. Her türlü meyve ağacı vardı. İncir erik, dut, kayısı, portakal, mandalina... Ve rengârenk çeşit çeşit çiçekler ile mis gibi kokuyordu soluduğumuz hava.
Annemin doğup büyüdüğü bu ev iki katlıydı. Alt katta büyük bir garaj ve ocak odası denilen bölümler vardı. Bahçe içinde evden beş metre kadar uzakta, arka tarafta ahır ve yanında kümes bulunuyordu. Ahır sakinlerinden olan Güzel kız, artık büyüyüp yavaş yavaş sevimliliğini gençliğe bırakan kızı şeker kızla birlikte yaşayıp gidiyordu. Anneannem her sabah erkenden kalkıp onları yuvalarında ziyaret ediyor sonra Güzel Kızın sütünü sağıp ocak odasına getiriyor, orada pişirip; yoğurt, ayran, tereyağı gibi süt ve süt ürünlerine dönüştürüyordu. Ocak odasını çok sevmemin başka bir sebebi de kahvaltıda yediğim mis kokulu sıcak ekmek ve gözlemelerin burada imal edilmesiydi. Evin yaşanılan bölümü olan üst kata dışarıdaki merdivenler aracılığıyla çıkılıyordu, sanırım yöreye has bir şey olsa gerek.
Merdivenler evin dışında bulunuyordu ve ev ile bahçeyi birbirine bağlıyordu. Basamakların bitiminde etrafı sağlı sollu teyzemin çiçekleriyle süslenmiş, bahçenin dışındaki kapıya kadar uzanan minik bir patika vardı. Teyzem, tüm çiçeklerin isimlerini ve nasıl bakılması gerektiğini öğreteceğine söz verdi. Merdivenleri tırmanınca koca bir teras çıkıyordu karşımıza, etrafında tırabzanları olmayan, kenarı yine teyzemin çiçekleriyle çerçevelendirilmiş... Başımı yukarı kaldırdığımda terasın üzerini örten üzüm asması çadır gibi görünüyordu, hem bal gibi üzümler veriyor hem de güneşten koruyordu. Bizimkiler, balkon diyorlardı bu terasa. Balkonun tam ortasında sol tarafta eve giriş kapısı bulunuyordu, kapıdan geçince ferah ve serin sofa, sofaya açılan sağ ve sol tarafta ikişer kapı. Sağdan birinci kapı anneannem ile dedemin odası, ikincisi teyzemin ve artık benim de ortak olacağım odamız, solda birinci kapı iki dayımın odası onun yanında banyo ve tuvalet vardı. Kapının tam karşısında ise salon ve mutfak... "Sizin bu ev, ikinin hakimiyeti altında" dediğim zaman, küçük dayım Adil kahkahalara boğulmuştu. Oldukça geniş olan evin simasına, açık renk kale bodur döşemesi daha ferah bir hava veriyordu. Çok sıcak bir coğrafik bölge olduğundan yaz aylarında terlik, halı, kilim ihtiyacı hissetmiyordu kimse. Bende çıplak ayaklarla gezinmenin keyfini çıkarıyordum.

YOU ARE READING
ŞAHMARAN'IN SIRRI-YILAN HİKAYESİ
Fantasy"En büyük dağı görüyor musun? Orada çok büyük bir kayalık var. O kayalığın içinde ise bir mağara. İşte o mağarada bir insan bedeni kalınlığında upuzun bir yılan varmış. Bu yılan mağarada uyuyormuş, eğer adını üç kere üst üste söylersen uykusundan uy...