46.BÖLÜM

60.6K 2.9K 2.6K
                                    

*Medya; Miraç uluhan

*Bölüm müziği (Son sahnelerde kesinlikle dinleyerek okuyun. Çünkü ben dinleyerek yazdım);
Sagopa Kajmer-Bergen / Sen Affetsen Ben Affetmem

* * *

"Geceye Şiir Yazmak Kolay. Marifet Geceyi Yaşamakta, Yalnız Olmadıktan Sonra."

Acı nasıl anlatılırdı? Tarifi hiç var mıdır? Anlatmaya çabalar insan, zihninde benzetmeler uydurur, o kılıfın içine anılar yerleştirir ve çekilen acıya bir görsel oluşturur. Korkar insan. O bahsedilen acıyı çekmeye korkar. Yahut duymazdan gelir, görmezden ya da bilmezden. Bazı acılar vardır ki, sırf görmek bile etkilerken insanı, yüz çevirmeye utanma kabiliyetleri olmaz.

Beyninde bir çok düşünce hârelenir, birini tutmaya gücün yetmez. Zihninde türeyen geçmişin kirli yüzü fısıltılarla beynini yormaya zorlarken, sen tattığın acının mislisini çıkarma yoluna adım atarsın. İntikam adı altında bir çırpınışın içinde, çâresizce soluk soluğa kalırsın ve hayat o an yaptığın plana sadıklığını yitir, yalnızlaşırsın.

Miraç Uluhan'ın da tam olarak acısına yapılan bu benzetmeyi bir perdenin örtüleri boylu boyunda uzunluğu altından seyredilirken uzayan yolun sabırsızlığı içten içe yüreğini harap edip duruyordu. Buğulanan koyu gözlerinin çevresi canını yakmasına aldırmadan bir kaç kez kırpıştırarak başını iki yana salladı ve tekrar yola odaklandı.

Kızarıklığını taşıyan göz altlarının acısı yüreği kadar can yakmazdı nihayetinde. Hangi bir derdine yanacağını şaşırmış, cehennemin orta yerinde kalakalmıştı. Düşüncelerini fetheden bir çok kelimenin katili olan ruhunu prangalara vurup dört duvar arasına kafeslemek istiyordu. Konuşmasın, sussun ve fazlasıyla yorulan beynini daha da yormasın.

Gittiği yolun tanıdıklığından ve zehirli anılarının hatırlattığı geçmişinden kaçma çabasına kıyasla aceleci tavrı bir an önce varma isteğiyle doluydu. Yapmak istediği çok şey vardı. Öğrendiklerini teyit ettirecek tek kişinin elinde olması belki de şuan için bir mucizeydi. Zorlukla yutkunarak yanında bulunan pencerenin camını açtı, varması gereken yere az kalmıştı.

Ruhuna kadar sarmalayan bir bunaltıyla derince içlenirken dişlerini sıktığının farkında bile değildi. Sanki biri ellerini boynuna geçirmiş ve sıkarak soluk almasını engelliyor, ölümü yüreğinin orta yerine açılan bir yangınla hissettiriyordu.

Kader hep bir soru sordururdu yaşattıklarına, bilindik bir soru. Hayat, 'Gidene mi, yoksa kalana mı zor,' diye.

Çoğunluk kalana zor olduğunu belirtirken, kendisi şiddetle red ederek gidene zor olduğunu fısıldadı dudakları arasından. Öyle ki, gitmek kolay mı sanılıyordu? Geride bıraktığını düşününce zihninde filizlenen işkencelere gömülürken, yüreği saatlerin bile olsa sevdiğinin hasretliğini çekerken, geriye dönmemek kolay mıydı? Geriye dönüp akıttığı o damlalarda isteyerek boğulmak varken, cehennemin ateşini kim tercih edebilirdi? Hoş, bu tadılan acı, Miraç Uluhan için cehennemden beterdi ya.

Diğer yanı vardı bir de. Bas bas bağıran, akıl nâmına bir şey bırakmayan, allak bullak eden bir his. Korku. Kormamak elde değildi ki. Önceden olsa bu düşünceye dalga geçer, boş bir kelime olduğunu söyler dururdu. Korkunun onun dünyasında artık yeri yok diye biliyordu, peki şimdi? Ne değişmiş olabilirdi ki böyle sancılı bir his doğuyordu yüreğinde.

Ailesi olarak dayısı ve karısını biliyordu ve onlar birbine yeterliydi. Korumak gibi bir düşüncesi bile olmazdı onlara karşı. Kenan dayısı şimdiye kadar tek bir kez bile tökezlememişken, Miraç'a gerek kalmazdı. Oysa Zeliş öyle miydi? Onu korumak için doğmuş gibi hissediyordu son zamanlarda. Ona bir şey olacak korkusu dünyasını alt üst ediyorken, öylece korumasız gerisinde bırakamazdı onu. Bırakmadı da.

Aşk-I Esaret - BenimsinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin