49

3.6K 254 25
                                    

 Bilâl konuşmasını bitirmiş noktayı koymuştu ama delikanlının yüzüne hâlâ bakamıyordu. Süregelen sessizlik fazlasıyla sinir bozucuydu. Akıllardan geçenleri okumak gibi bir yeteneği olsaydı, Murat'ın düşüncelerini okumak isteyebilirdi. Parmaklarındaki kurumuş çamurları ovalayarak zemine dökerken, merhamet dilenir gibi mırıldandı;

"İşte böyle evlat..." Nefesi ciğerlerine yetmez, olabilecekler onu fazlasıyla korkutur olmuştu.

"Bugün bana ne desen haklısın, kabulümdür. Çünkü nasıl bir yanlış yaptığımı seneler boyu farkedemedim. Hep doğruyu yaptığımı zannettim. Geçmişim kirliydi. Kendimle beraber o bok çukuruna sizleri atamazdım. Gizlemek ve susmak zorundaydım. Neden olduğunu zamanla anlayacaksın ki anlamamanı diliyorum. Nasıl bir belanın içerisinde olduğumuzu farkettiğinde bana hak vereceğini umut ediyorum. Ve bilmen gereken birşey daha var...

Çok yakında buradan tamamen gideceğiz. Seni, Hatice'mi, Efsun'umu daha fazla bu şartlar altında yaşatmak istemiyorum. Ben suçluysam çekerim cezamı, hapis mi yatacağım? Kabul! Sürgün mü edecekler? Kabul! Herşeye kabul! Herkese kabul! Ama ne pahasına olursa olsun buradan gideceğiz. Efsun artık sana emanet. Anandan ayırmayacaksın onu. Tüm bu öğrendiklerini unutacaksın ve çıkacağımız bu yolculukta anana, bacına her zaman sahip çıkacaksın. Anlaştık mı?"

Murat babasını bedeninde ve ruhundaki zelzelelerin şiddetiyle dinlemişti. Böylesini ne görmüş, ne duymuştu. Karşısındaki adam sadece filmlerde, kitaplarda olabileceğini sandığı bir hayatı yaşamıştı. Anlattığı her şey, sanki mıh gibi işlemişti yüzündeki tüm çizgilere ve aklındaki birçok soruya da fark etmeden cevap olmuştu. Vakit kaybetmeden aklına kazınan ve onu deli gibi meraka sevkeden soruyu sordu;

"O... Yani babamın katili halen bu köyde mi..?"

Bilâl bu can alıcı soruya istemese de cevap vermek zorunda kaldı.

"Evet evlat bu köyde..."

Bu cevapla Murat'ın iri kahve gözleri daha da açıldı.

"Kim..?"

Onca sorunun içinden belki de en can alıcısı sonunda gelmişti. Bilâl bir müddet bocaladı. Elleriyle şakaklarını ovuştururken düşündü. Hadi söyledi diyelim tüm gerçeği bilirken bunca zaman suskunluğunu nasıl açıklayacaktı? Cevap vermese buradan çıkış olmayacağını da biliyordu. Tüm yollar çıkmaz sokaktı. Murat'ın onu anlamasını dileyerek tek seferde cevap verdi;

"Muhtar... Muhtar Ali..."

Bu isim ortaya bomba gibi düşmüş, ebedi bir sükûtu doğurmuştu sanki. Bilal bunu açıklarken Murat'ın bedeni vurgun yemiş bir denizci misali cansız ve hissizleşmişti. Yüzünün rengi atmış, bakışları bulanıklaşmıştı. Bu ağır şokun, hele ki her zaman defalarca yardım dilendiği birinin adını duymuş olmanın ruhuna çektirdiği azabın tarifi yoktu...

"Ama..?" dedi ve donakaldı. Kelimeler dudaklarından bir türlü çıkamıyordu. Her şeyden önce tüm benliği bunu tamamiyle reddediyordu.

"Nasıl..?" dedi, durakladı. "Nasıl olabilir? O her zaman bana evladı gibi davranmıştı. Evimiz her yandığında bize elini uzatıp yardım etmişti. Nasıl olur..? Aklım almıyor nasıl olur..? Hayır..! Olmaz! Olamaz! İnanmıyorum..!"

Bilâl Murat'ın isyanına hak veriyor ve onu zapt edememekten korkuyordu. Usulca yerinden kalkıp üzerini silkeledi. Delikanlıya yanaşıp ellerini omuz başlarına koyup gözlerine baktı.

"İnanmak istesen de istemesen de tüm gerçek bu evlat. Ayrıca..."

Murat artık soru değil hesap sormaya başlayacaktı. Savaşa giden bir cengâver gibi tüm silahlarını kuşandığı belli oluyordu. Yüzü toz içindeydi ama kahve gözleri loş odada hırsla parlıyordu.

Hasret (Yayında!)Where stories live. Discover now