Multimedyadaki Fotoğrafı gece diye hayal ediniz :D
Gözlerini uzağında bekleyen kalabalığın üzerinde gezdirdi. Neden herkes orada öylece dikiliyordu? Ne olmuştu? O patlamalar neydi? Herkes az önce bas bas bağırırken şimdi neden ortam bir anda sessizliğe gömülmüştü? Kafasını bir şeyler görebileceğini umarak bir yönden diğer tarafa çeviriyordu. Ama tek görebildiği gökyüzünü aydınlatan kızıl siyah alevlerdi. Etraftaki karların üzerlerine kirli siyah karlar yağıyordu. Kalabalığa yaklaştıkça alevler arasında kalan beyaz jetin kirli ve parçalanmış haliyle karşılaştı. Babasını tanıyordu ama düşündükleri olanaksızdı! Babası onu bırakıp o metal yığınına girmiş olamazdı! Olamazdı değil mi?
Köylülerin etrafta gamsızca dikilmeleri neye işaretti peki? Babasına bir şey olsaydı, en azından bir kaç seveni telaş yapar, ortalık hareketlenirdi. Öyleyse sorun neredeydi? Nazo kadın onu yok yere böyle sürüklercesine buraya getirmez, içine kurt düşürmezdi. Adımlarını mümkünmüş gibi daha da hızlandırdı. Artık ayak parmakları parçalanıyor gibi acıyordu. Gözleri istemsizce doldu! Bu mümkün değildi! Neden kimse bir şey yapmıyordu? Neden Nazo kadın onu çağırma gereği duymuştu? Hiç bir fikri yoktu! Kayalıkların arasında hala sönmeyen alevlerin rehin aldığı enkaza her yaklaştığında eli ayağı tutmaz olmuş, ne yapacağını bilemez bir feryat kopuvermişti dudaklarından...
"Babaaaa... Babaaammm!"
O an Bilâl kıymetlisine çevirdi yorgun bakışlarını ve koşarak gelen kızına güç bela sarıldı. Bu dünyada onu bir başına bırakıp gidecek olma düşünce şimdi içini nasıl da acıtmıştı. Değer miydi? Belki de hiçbir şey kızından daha önemli değildi ama eğer o el atmasa bu kadar adam bir kişiyi bile bu enkazdan çıkarmazdı. Ancak ucundan kıyısından tutup yapıyormuş gibi yaparlar ve onca kişi göz göre göre ölüp giderdi. Şu mevsimde donan toprak bile zor kazılır mezara girmek bile nasip olmazdı. İşte hepsi bu kadardı! Bir insan hayatının kıymeti hakikaten bu kadar mıydı? Üzüntüsüne acılar karıp hayıflandı. Gözleri onu alevlerden çıkaran Murat'a ilişti. Sırtındaki kazağı yer yer yanık içindeydi ama görünürde bir yarası yoktu. Derinden bir 'ohh' çekti. Bir de onun acısını görmeye katlanamazdı.
Hayat böyleydi işte... Hep o el atıp kurtarırken onu; bu sefer Murat onu sırtlamıştı. Yaşı küçük, gönlü büyük adam! Genç demeye zaten dili gitmiyordu. Yaptığı şey gurur verici de olsa hiçbir şey yapmamış gibi sessizce kenarda dikiliyordu. Teşekkür edercesine göz kırptı. Onun gözlerindeki parıldayan kahveler; onu hayata döndürenlerin bir eşiydi... Genç adamın annesine bakındı gözleri. Kalabalıkta her kadının yüzünde onu aradı. Aradığı yüz ise onu üzgün ve gözü yaşlı bir şekilde uzaklardan izliyordu. Bir an dirayeti düştü. Koşup ona uzanmak istedi ama nafile! Ne diyecekti? Ne yüzle, ne sıfatla gidip sarılacaktı elin kadınına! Kendini zor zapt edip daha bir sarıldı can paresine. Fidan'ının hediyesine... Yemenisinin üzerinden başını okşadı. Kollarında salya sümük içinde ağlayan kızının her iç çekişinde yüreği parçalandı.
"Korktum babam! Çok korktum sana bir şey oldu diye... Nazo Kadın beni öyle çağırınca şey sandım... Sana bir şey oldu, öldün sandım..."
Bilâl kızını teskin etmek istercesine sırtını sıvazlarken kulağına mırıldandı.
"Efsun'um... Canımın öteki yarısı... Seni bırakıp gidemem ben, hem nereye gideceğim? Seni bırakıp nereye gidebilirim ben?.." Genç kız derin bir iç çekti ve gözyaşlarını babasının üzerinde alevlerde parçalanmış kazağın üzerinden omzuna sildi.
"Gitme babam... Beni bırakma..."
Bilâl kızını teskin etmek istese de; vakit durma vakti değildi. Sanki herkes şenlik alanındaymış gibi olanları seyrediyordu. Köyün sakinleri, üstleri başları is içerisinde, ne yapacağını bilemez bir şekilde bekleşiyorlardı. Bilâl kızını korkutmamak için tek tek sakince konuşmaya başladı;

ESTÁS LEYENDO
Hasret (Yayında!)
Ficción General"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...