42

10.6K 550 60
                                    

Onun gibi adamlar boğaza nazır köşklerinde viski yudumlarken; o Vatan, Millet, Sakarya derdi. Gurur duyardım. Ona her zaman güvendim. Dönüş iznimiz ise çok daha farklı bir yoldan gelmişti. Askeri haberleşme ağımıza düşmüş ve bizi tüm destek kuvvetlere karşı çırılçıplak bırakılmıştı. Durumumuz kırmızı kodla aranan mahkûmlardan daha farklı değildi. Derken iş başa düştü. Hepimizin gözlerinden korku akıyordu. Harp alanında ölsen şehit, öteki türlü bok yoluna gittin Niyazi! Yapacak bir şey yok, görev yine bana düşmüş beceremesem de salak saçma esprilerle en azından son saatlerimizin mutlu geçmesi için çabalar olmuştum. Suriye açıklarında sınırı geçerken, birçoğumuz nefesimizi tutup bekledi. Benim sırtımda paraşütüm, belimde rambo bıçağım ilk andan beri giyiniktim. Çünkü anladım, bu işte bir yanlışlık vardı! Sonra onu gördük!"

O anları tekrar tekrar yaşamak, mâzi denen geçmişe gidip tekrar o yaralara kavuşmak...

Bilâl için geçmiş küflü bir kuyuydu. Yılanların, çıyanların, akreplerin sardığı, birinden kaçarken diğerine yakalandığı daracık bir kabir belki de...

Ölmeden kabir azabını yaşar mıydı insan?

Kaç kere ölüp dirilebilirdi?

Sadece dizi veya filmlerde mi olurdu o sahneler?

Hâlbuki 'gerçek' bir dizi repliğinden daha çok acılarla doluydu. Filmlerdeki savaş sahneleri gerçeğinin yanında çok masumdu. Gerçek hayattan ekrana yansıyan herşey devede tüy misali yetersiz kalıyordu. Kaç kişi hedefe kilitlenmiş bir füzeyle yüz yüze gelmek zorunda kalabilirdi? Ya da herşeye rağmen nasıl hayatta kalınabilirdi? Bilal derin bir nefes aldı. Daha hikâyesinin yarısına bile gelememiş ama dışarıda hava kararmaya başlamıştı. Aklı Hatice ve Efsundaydı.

"Oradaydı..." Dedi titrek nefesiyle "Ateşlendiği gördük... U çizerek üzerimize geldiğinin farkındaydık.

"Paraşütlerinizi hazırlayın hadi, acele edin!" diye bağırdım. Gecenin karanlığını aydınlatan füzenin hedefi olduğumuzu biliyor olmak, bize öğretilen her şeyin, onca acının, işkencenin, eğitimin ve geride bıraktığımız hayatları bir hiç uğruna elimizin tersiyle itmiş olmanın hayal kırıklığını yaşatmıştı. Öleceksek eninde sonunda neden o kadar eziyete katlanmıştık?

Asil bir asker gibi alanda değil de nereden geldiği belli olmayan bir helikopterde ölmek zorundaydık? Herkes acele ediyordu ama vakit kalmamıştı. Ben kendimi helikopterden atmayı başarabildim ama bir süre sonra kulaklarımı sağır eden sesle irkilip, patlamanın şiddetiyle savruldum. Kulaklarım uğulduyor, gözlerim patlayan helikopterin çıkardığı siyah dumanlarla yaşarıyordu. Belki de gerçekten ağlamıştım kim bilir?

Farkında olmadan belki de herkese, her şeye geçen onca seneye ağlamıştım... Ardından görüş alanıma savrulan helikopter girdi. Pervanesini döne döne savrularak yere çakıldı. Çakılarak çıkardığı ses bir kıyamet sahnesini andırıyordu. Sonrası her yer alevler... Ve kulaklarımda ekip arkadaşlarımın çığlıkları vardı. Tüm ekibim o helikopterle birlikte yok olmuştu..."

Murat pür dikkat babasının söylediklerini dinliyor, senelerce o adamın gözlerinde gördüğü şeylere artık anlam verebiliyordu.

"O gün düşen jetin içine kendini nasıl attığını gördüm" dedi delikanlı, sesi kısıktı. Bilâl ise bir zaman makinesiyle adeta sürükleniyordu. Artık başı çatlamaya başlamıştı. Gözleri boğulan bedende takıldı. Şişmeye başlamadan ellerini çabuk tutsalar iyi olacaktı. Belki onun da kendi gibi bekleyenleri vardı da yollarını gözlüyorlardı... Tüm bu gençlerle ortak bir kaderi var gibiydi. Her ne olursa olsun kaderdaşlardı ama onların kendileri gibi yitip gitmesine izin vermeyecekti.

Hasret (Yayında!)Where stories live. Discover now