Aklına gelenlerle beraber tekrar genç kızı sinesine çekti. Başına bir öpücük kondurup derin derin kokladı. "Özledim..." diye boynuna doğru fısıldadı. Efsun'un elleri Yalın'ın dizlerinin üzerinde öylece kalırken, genç adam canının diğer yarısını sıkıca sardı. Sardıkça canına can kattı, yüzüne renk, gözlerine ışık geldi.
Meliha ise içeriden bu manzarayı izlerken gözyaşlarına hâkim olamadı. Senelerdir böylesine duygusal bir manzara görmemişti. Gençlerinki ne sinema filmlerinde, ne dizilerde izlenemeyecek bir sevdaydı belli ki...
O sırada sessizce içeriye giren Feryâl'in de gözleri yaşlıydı. Bu sabah dediklerinden dolayı çok utanmıştı. Köylü kızı diye aşağıladığı Efsun, oğlunun canına can katmıştı. Bir bakışı, bir gülüşü, bir dokunuşu aylardır güldüremeyen yüzünü güldürmüştü. Başını yardımcısına çevirip burnunu çekerek gülümsemeye çalıştı.
"Meliha abla..." dedi hüzünlü sesiyle "Bize güzel bir sofra hazırlayıver sana zahmet..."
Meliha ise Feryâl'in eski haline kavuşmuş olmanın sevinciyle hızla mutfağa seğirtti. Hızla malzemeleri çıkarmaya başlayıp, gündüz sıcağında bunaltmayacak, ağır gelmeyecek birkaç çeşit yemek yapmaya başladı ve kısa zaman içinde birbirinden güzel yemekler hazırladı. Dışarıda gençleri rahat bırakmak isteyen kadınla birer birer içeri girip ona yardım etmeye başlayınca işler daha da kolayladı. Hatice misafir odasında uzanırken onlar da sofrayı kurmaya başladı.
Yalın ve Efsun ise arkaları dönük, oldukları yerde sarmaş dolaş öylece oturuyorlardı. Gelen sesleri bile duymuyorlardı. Elindeki soğuk meze tabağını masaya bırakan Mübeccel Hanım şefkatle torunlarının omuzlarını sıvazladı. Göz kırpıp ikisine de gülümseyerek mırıldandı;
"Hadi artık sofraya..."
Efsun ise o an uyandı. Babaannesinin gözlerine ışık gören tavşan gibi bakakaldı. Dudakları şaşkınlıkla açılırken olduğu yerde irkilip gerisin geri poposunun üstüne yere oturuverdi.
"Baba-anne?" diye şaşkınca sorarken arkadan tüm kadınların kahkahası geldi. Yalın olaylara Fransız kalırken Hatice Efsun'a yanaşıp elini uzattı.
"Kalk bakalım Leyla!"
Onun tabiriyle yanakları daha da kızaran Efsun yüzü yanarak ayağa kalkıp eteğini silkeledi.
"Babaanne?" dedi tekrar. Mübeccel Hanım gülümseyerek onun yüzünü avuçlarının arasına alırken;
"He kuzum?" dedi ve ona sıkıca sarıldı ama Efsun kollarında debelenmeye başladı. Kaşlarını çatarak arkasını dönüp masanın etrafında dikilen kadınları gördüğünde gözlerine inanamadı. "A-ma..." dedi kekeleyerek "O bana dedi ki!" küçük bir çocuk gibi gözlerini büyütmüş Meliha'yı işaret ediyordu.
"Senin ölmek üzere olduğunu dedi!" kaşlarını kaldırdığı gözlerini rehavetle kadının üzerinde gezdirdi. "Ama sen ölmemişsin!"
Mübeccel Hanımla beraber tüm kadınlar kahkahaya boğulurken yaşlı kadın torununa tekrar sarıldı. "Ölmedim yavrum..."
Efsun deli gibi pişmandı. Buraya neden gelmiş, ne yapmıştı? Yalın'ı görünce çöle düşen kutup ayısı gibi etrafındaki her şeyi unutup ona abanmıştı. Kim bilir ne zamandır sandalyesinin kenarına tünemiş, adamın kollarının arasında girmişti. Utandı. Yaşlı kadın ölüp kalsa farkına varmazdı. Dudaklarını sarkıtıp onun gözlerine bakarken haylaz bakışlarının farkına vardı. Gözlerini kısarak Hatice ablasına baktığında onun da manidar bakışlar attığını fark etti. Diğer kadınlar da kıs kıs gülerek ona bakıyordu. Arkasını aniden dönüp Yalın'a baktığında onun da aval aval ne olduğunu anlamaya çalıştığını farketti.

YOU ARE READING
Hasret (Yayında!)
General Fiction"İnsan bazen attığı adımlarla kaderine koşuyormuş tazem... Ben onunla evlenirken sana koştuğumu bilemezdim... Onunla karşılıklı susuşurken, farklı bir kimliğe bürünürken, koca olurken, baba olurken sana yatırım yaptığımı bilemezdim... Kader ağları...