Benzemiyor çünkü aşka...

4.6K 431 73
                                    

Yan Tarafta James McMorrow'un yeniden yorumladığı Wicked Games var. Dinlemenizi can-ı gönülden isterim.

Benzemiyor çünkü aşka(6 yıl evvel)

"Onu, sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
Titreme daha fazla kalbim."*

Son parça eşyasını da bavula kapatırken, kirpiklerinden sızıp ıslak yanağına süzülen bir damlayı yarı yolda yakaladı kadın. Bavullardan kıyafetler değil; kederinden damlayan kelimeler taşıyordu. Ateş Mete ona 'kal' diyeli bir haftaya yakın oluyordu. Yalnızca birkaç saat sonra uçağı olduğu aklına geldikçe; Sera gitmenin aslında ne denli yakın olduğunu fark ettikçe parçalanıyor, ufalanıyor, yitiyordu. Sıkıca birbirine bastırdığı dudakları arasında küçük bir kelime dönüyor, yüreğine aniden bastırıp, canından can alıyordu: 'Kal' Yalnızca üç harfin bir araya gelişi dahi tereddüdüne ördüğü bu incecik merhamet denen zarı delip geçmeye yeterdi aslında; yetiyordu. Kalacak cesareti yoktu oysa kadının. Devamlı düştüğü, yara aldığı aşk denen bu yokuştan yuvarlanmıştı. Adamın ayakları altında yoksul bir çakıl taşıydı işte; ne haddineydi bir yıldız tozuna yürek basmak?

Yığılırcasına bırakırken kendini, yatağın kıyısına tutundu. Gözyaşları uykusuzluktan çökmüş gözaltlarına doldu, doldu taştı. Hudutlarına sığmayan bir ülke gibi isyan etti iç sesi: Kal! Kalamazdı. Ah öyle kolay olsaydı o işler; canı bunca acır mıydı? Yalnız ruhunu acıtan bir ağrıdan daha öteydi artık hissettiği. Kalbi, göğüs kafesi, adamın dudak bastığı eklemleri... Her birinde, vücudunun ona ait olduğunu sandığı her bir uzvunda adamın adı yanıyordu. Gözlerinden yuvarlanan yeni bir damlayla birlikte, birbirine bastırdığı dudaklarını aralayarak iniltiye benzer hıçkırıklarının taşmasına izin verdi. Omuzlarından aşağıya dökülen saçlarından ağıtlar dökülüyor da ayakları altında birikiyordu sanki. Yetmeyen bir soluğu ciğerlerine doldurdu. Ağrıyan kalbine gitti parmakları. Çok sevmenin bedelini ödüyordu işte kadın. Oysa adam sevilecek adam değildi; biliyordu.

Bilmenin, sevmekten öteye geçtiği görülmüş müydü hiç?

Ateş Mete'nin boğum boğum olmuş sesinde dönen kedere 'Sus, yoksa delireceğim,' demek istiyordu. 'İyi bir adam ol diye sevmedim ki seni; sen olsan yeterdi,' demek istiyordu. 'Sevmenin bir lisanı olsa seninki olurdu be adam, ama sevmeye bunca cahil olmak neden?' demek istiyordu. Ona sahip olmayı ummuyordu ya; en azından acılarından başka bir yerinde parmak izi kalsın istiyordu. Can izi kalsın istiyordu.

Çok muydu şuncacık sevilme arzusu?

Yeniden ağlamaya başlarken -bir haftadır yalnız bunu yapıyordu; ağlıyor, uyuyor, tekrar ağlıyordu-, yalnızca 3 saat sonra uçağı olmasını umursamıyordu. Hem gitmenin, kalmaktan bir farkı kalmadığında; yine de gitmek sayılır mıydı? Kadın gerisinde ufalanan yanlarını bıraka bıraka gidiyordu. Yuvasından düşmüş bir serçenin, yürümeye mahkûm kılınması gibi yürek burkarak, kalp kırarak gidiyordu. En sonunda ağlaması biraz dindiğinde -tamamen tükenmiyordu- doğrulup yüzünü yıkamaya gitti. Biraz sonra kapı çalar, bavulları bir bir aşağıya inerdi.

Sızlayan kalbini, şişmiş gözkapaklarını, kan kırmızısı gözlerini, kızarmış burnunu... Ona ait olamayan her bir uzvunu yadsıdı. Suyun serinliği gözlerini yaktı. Susamıştı. Ağlayınca bir yudum suya muhtaç olan yanına dolandı. Sara'ya öyle çok ihtiyacı vardı ki şu anda. Düşmüştü. Kanıyordu. Yarasını saran başka kimi olmuştu? Musluğu kapatıp, üzerindeki kıyafetleri değiştirdi. Sahiden de bir çakıl taşı kadar yorgun ve değersiz görünüyordu. Çalan kapıyla birlikte son kez Ateş Mete ile bir süreliğine de olsa paylaştığı odasına bakarken yüreğindeki ağrı katlanarak büyüyüp, göğüs kafesini zorladı. Onu sevmenin akıl alır yanı yoktu.

MeftunWhere stories live. Discover now