"Tüm inançların özü, hayata ölüm tarafından yok edilemeyecek bir anlam yüklemektir."
(Lev Nikolayeviç Tolstoy - İtiraflarım)
***
Fırtına yelken direklerini sallıyor, güverte acımasız dalgalarla yıkanıyor ve gemi dengesiz bir biçimde bir o yana bir bu yana sürükleniyordu.
Atrumbra bir sülük gibi göğsüne yapışmış, ruhunu emmeye çalışırken Rosenwyn, bakışlarını Duncan'ın denize düştüğü noktadan ayıramıyordu.
Dünya her zaman umduğundan daha kötü bir yer olmuştu, kaderi ise daima gaddar ve acımasız... Kimseye zalimlik etmemişken, sürekli zulme uğrayan taraftaydı, daima kaybeden tarafta... İşte bir kez daha Tanrılar ona bir mucize bahşetmişken, birileri onun elinden bu mutluluğu söküp alıyordu.
Gemi yelkenleri rüzgârın nefesiyle iç geçirirken, Rosenwyn gözlerini çaresizlikle açıp kapadı! Bu kötü bir kâbustu! Eğer bir kez uyanmayı başarabilirse belki de Duncan...
"Geri gelmeyecek!" diye, fısıldadı içinden küçük, hain bir ses " O sulara gömüldü..."
Rosenwyn, boş bakışlarını hevessiz bir şekilde güvertedekiler üzerinde gezdirdi. Lia Fail hala rahip büyücüleri engellemek için var gücüyle savaşıyordu. Savaşmaya değer ne kalmıştı ki? Bu boşuna hengâme ölmesi için miydi? Ölse ne kaybederdi ki? Duncan gitmişti... Rhona gitmişti... Grizela gitmişti... Kim kalmıştı savaşmaya değer geriye?
Gözlerini yorgunca kapattı, Rosenwyn. Atrumbra olmayan kalbinden ruhunu emmeye çalışırken, gözyaşları yanaklarından süzüldü. Ölemeyecekti bile... Duncan'la birlikte...
Sevgili eşi... Yaşadıkları her bir anı düşündü, genç kadın. Binlerce ömre değen o kısacık, mutluluk dolu zamanları... Kendilerine ait o vadide, güneşin batımıyla ortaya çıkan muhteşem manzarayı anımsadı. Bu anın içinde sonsuza kadar kalmak istedi...
Atrumbra bir kez daha karanlık dişlerini göğsüne saplayarak, kalbine dair bir şey ararken Rosenwyn acıyla gözlerini araladı. Bu kez gördüğü Lucifer'di.
Hain gözleri açlık ve heves dolu bakışlarla onu izliyor, Atrumbra'nın işini bitirmesi için sabırsızlandığı kıpır kıpır ellerinden belli oluyordu. Eğer ölürse sonsuz bir yaşam elde edeceğini sanıyor olmalıydı, oysa Rosenwyn sonsuz yaşamından vazgeçeli çok olmuştu. O sadece Duncan'la yaşayacağı kısacık bir hayata tutunmuşken... Bir kez daha fısıldadı içindeki karanlık ses fakat bu kez Duncan'ın sözleriyle:
"Bu aynı zamanda seni destekleyen herkesin güvenini boşa çıkarmak demek, anlamıyor musun? Birçok kişi seni hayatta tutabilmek için yaşamlarını ortaya koydu! Kendinden çok sana inanan insanlar için savaşmak zorundasın!" (19.Bölüm- Kara Aslan)
Gözleri bir kez daha buğulanan genç kadın, "Doğru" diye, fısıldadı "Şu halime bak, bir adım bile ilerleyememişim!"
Bu sırada Lucifer'in "Bitir artık şu işi, Atrumbra!" diyen, sesi bir gök gürültüsü gibi ortalığı inletti.
"İblis!"
Rosenwyn, bir küfrü söyler gibi iğrenerek söyledi bu kelimeyi...
"Seni gebertmeden ölmeyeceğim!"
Öfke bir zehir gibi kanını tutuştururken, genç kadının saçları teker teker bir su yılanına dönüşerek havalandı ve Atrumbra'yı göğsünden çekip aldı. Pul Pul dökülen derisi bir kez daha onu bir telcihines'e çevirirken, gözleri dikey bir biçimde yuvarlandı ve büyücü ışıkları birer kandil gibi gözlerinde parladılar

YOU ARE READING
Lanetli Çırak (Büyücü Serisi-2)
Fantasy3.YY, Bilge Druidler zamanı, İskoçya... Rosenwyn'i Beyaz Orman'a bağlayan zincir, Duncan Mckenna tarafından koparıldığında, Druid Mannis'e ulaşmak genç kadının tek hedefi haline gelmişti... "Beni bir hapis hayatına mahkum eden şey o zinc...