My Own Worst Enemy - Robert Pettersson feat. Helena Josefsson
Ben yalnızlığa mahkûm olmuş bir varlıktım. Hayvanlardan daha yalnızımdım ta ki onlar bu eve taşınana kadar. Onlarca yıldır her saniyesini azapla geçirdiğim günler şimdi hızla akıp gidiyordu. Bunun tek nedeni şüphesiz Aaron'du. O benimle arkadaş olmuştu. Beni bu dünya üzerinde anlayabilecek tek varlıktı belki de. Bana inanıyordu, ben bile kendime inanmazken. Aaron bana bu sefil yaşamımda verilen belki de en güzel hediyeydi. O bana inanıyor ve beni insanlaştırmaya çalışıyordu. Bunun sonucu ne olursa olsun onun yeri yinede farklı olacaktı. Ben bu sürgünden kurtulamasam da olurdu artık o benim yanımda olduğu sürece. Çünkü yıllar sonra ilk defa bir insana güveniyordum. Sanki o her şeyi düzeltebilecekmiş gibi geliyordu. Şimdi karşıma çıkmış beni arkadaşlarıyla tanışmaktan bahsediyordu. Onu geri çeviremezdim, çevirmezdim. Onun hakkında bildiklerim beni doyurmuyordu. Her şeyini bilmek istiyordum. Diğer yandan yeni insanlar kulağa değişik geliyordu ve değişiklik korkuturdu. Artık Aaron sadece bana aitmiş gibiydi. Onun gerçeklerini öğreneceğine bu kadar mükemmel zamanlar geçireceğim aklıma gelmezdi. Belki bu düşüncelerim bencillikti fakat artık bencil olmamın zamanı gelmişti.
"Arkadaşlarımla tanışmak ister misin?" Buğday teniyle uyum içinde ki kehribar rengi gözlerine baktım. Bu gözlere son günlerde hüzünden farklı bir duygunun hâkim olduğunu görmek güçtü.
"Çok isterim." Yüzünde sıcak ve büyük, sadece ona ait olan gülümsemesi belirmişti. Günlerdir onda görmediğim bir heyecanla yerinden hevesle doğruldu.
"Arkadaşlarımın karşısına bu halde çıkamazsın." Sinirlenmiş gibi kaşlarımı çattım.
"Ne varmış halimde?"
"Üzerine on dokuzuncu yüzyıl kusmuş gibi gözüküyorsun. Yarın erken kalkıp alışverişe çıkmalıyım." Elini çenesinin altına koyup beni incelemeye başladı. "Küçük bir bedenin var. Kıyafet bulması zor olmasa gerek."
"Üzerimde ki elbiseyi değiştirmek istemiyorum."
"Fosilleşti üzerinde." Birden Aaron yüzüme ciddiyetle bakmaya başladı. Gülüşü solmuştu.
"Ne oldu?"
"Az önce gülümsedin." Hayır, hayır ben tepki olarak istemsiz gülümsemezdim. "Bu diğerleri gibi sahte değildi. Gerçek bir gülümsemeydi." Aaron bana doğru yakınlaşarak koltukta aramızdaki mesafeyi kapattı. Elini yumuşakça yanağıma koydu. "İnsanlaşıyorsun, hissediyorum. Gün geçtikçe daha iyi oluyorsun." Hayır, o yanımda oldukça daha iyi oluyordum. Kısa bir süre öyle kalıp ardından hızla benden uzaklaştı ve koltuğa kıvrıldı. "Sanırım biraz uyusam iyi olacak. Yarın yorucu geçecek gibi." Günlerdir kıyafet değiştirmek dışında Nadia'yla olan odasına girdiğini hiç görmemiştim. Her akşam salonda uyuyordu.
"Neden orada uyuyorsun?" Gözlerimin içine bakıp beni kıskandıran derin bir nefes çekti ciğerlerine.
"Annem ve babam öldüğünden beri tek yatmıyordum. Şimdi birden bir şeye alışmak, zor." Dedi dürüstçe. Koltukta her sabah kalktığında bir taraflarının tutulduğu gözümden kaçmıyordu. Üstelik salon büyük olduğu için diğer odalara göre soğuk olmalıydı.
"O zaman alışma." Benim söylediğimi anlamayarak yerinden yeniden doğruldu.
"Anlamadım?"
"Benimle uyu." Bana inanamıyormuşçasına baktı önce. Daha sonra sırıtarak doğruldu.
"Bu ret edemeyeceğim, mükemmel bir teklif." Göz kırparak ayağa fırladı. Elini bana doğru uzattı. Düşünmeden tuttum elini. Ayağa kalktığımda elini bırakacaktım ki o bırakmadı. Aksine daha çok sıktı. İlk önce büyülü bir ışıkla parlayan ellerimize baktı. Ardından da gözlerime. Sadece öylece durdu.

YOU ARE READING
SONSUZ
Fantasy"ÇIĞIR AÇANLAR Kategorisi - The Wattys 2016 Ödülü Sahibi" Mutluluk yoktu, sevinç yoktu, heyecan yoktu, korku yoktu, üzüntü yoktu, acı yoktu, hiçbir şey yoktu. Sadece saatin her geçen saniye vücuduma bıçak gibi saplanan akrep ve yelkovanı vardı...