Kasvetli bulutlar gökyüzünde salınıyordu. Acı bir bip sesi, buruk bir ezginin melodisi eşliğinde kulaklarıma doluyordu. Bilincim buğulu bir camın ardından dünyayı algılıyormuşum gibi hissetmeme sebep oluyordu. Hafifçe araladım gözlerimi. Kirpiklerimin her biri bin ton ağırlığındaydı sanki.
Kıstığım gözlerim etrafı görmem konusunda yardımcı olmadı. Kısa bir süre sonra, ayakta dikilen bir bedeni fark ettim. O an karnıma saplanan bir acıyla dudaklarımdan kopan çığlık bir oldu. "Ahhhhh!!!!!"
Acı sonsuzdu. Sancı damlalar halinde tüm bedenime yayılıyordu. Acı her yerdeydi. Gözlerimin beyazına kadar bulaşmıştı bu his. Yakıcıydı. Ufalayıcıydı.
"Ahhhhhh...."
Düzenli aralıklarla karnıma saplanan bıçak darbeleri bir sonraki sancıya kadar, bana üç beş nefeslik bir süre verdi. Bir yandan nefesimi düzene sokmaya çalışıyor, diğer yandan ter içinde kalmış alnımdan düşen damlaları silme isteğiyle yanıp tutuşuyordum.
Acı her yerimdeydi. Erdem yaslandığı duvarda dikkatle beni izliyordu. Bakışlarımı yüzüne diktim. Hissettiğim acıyı gördüm gözbebeklerinde. Buz gibi sert bir ifadenin arkasına gizlenmişti yine hissettiği acı. Şaşırmıştım. Bembeyaz olmuş yüzüne şaşkınlıkla baktım. Altındaki zemini titretmeye yetecek kadar güçlü adımlarla bana doğru yanaştı.
Kıvrandığım yatağa doğru eğildiği an bir bıçak darbesiyle daha irkildim: "Ahhh!!!!"
Yanımda duran komidinden yavaş hareketlerle bir peçete aldı. Ardından gözleri tekrar gözlerimi buldu. Kalçasını yatağın boş kalan kısmına dayadı. Derin bir nefes aldı. Nazik hareketlerle başımı kaldırdı ve dizinin üstüne yatırdı. Ardından senelerdir benden nefret eden adam o değilmiş gibi, onun hiç terk etmemişim gibi, onu hiç üzmemişim gibi baktı yüzümün her bir zerresine. Elindeki peçeteyle bir bebeği temizliyormuş gibi naif, çok ciddi bir iş yapıyormuş gibi dikkatle sildi tüm yüzümü.
Ardından bir sancı daha... Binlerce sancıya değer bir acıydı bu. Gittikçe artıyordu hissettiklerim. Hissizleşmeye başlayan bedenim, hissettiğim fazla acının nedeniydi.
"Bana ne oldu?" Bir kedi yavrusu gibi sokuldum kucağına iyice. Korkak bakışlarım cansızdı. Hissettiğim hakiki acının tesiri altındayken bile, onun kucağındayken, yuvamdayken, masmavi bir gökyüzünün altında gibi hissediyordum kendimi. Bir salıncakta, pamuk düğümlerini andıran bulutların altında sallanıyor gibiydim. Güneşin ışınları gözlerimi kamaştırıyordu. Kıstığım gözlerim keskin ışığın etkisiyle sulanmıştı.
Bir çığlık daha dudaklarımdan dökülürken Erdem ellerimi daha sıkı tuttu. "Doğum başlamış..." Gözlerinde her kurduğu cümleyle bozuk para gibi biriken öfkeden korkarak kucağına sığındım. Yine ondan korkarken ona sığınıyordum.
"Erken doğum... Benim yüzümden, benim, benim!!!!!" derken ellerini başına sertçe üç beş kez vurdu. Öfke dolu bakışlarına şefkatli bakışlarımı siper ettim.
"Çocuğun için endişelenme. O iyi olacak." dedim.
Bu kez hafif bir sancı kaşıklarıma doğru sinsice sokulurken inledim. Ardından derin bir nefes aldım.
Dudaklarına bir gülümseme yapıştı. Hayatımda şahit olduğum en alaycı gülümsemeydi bu. Alâlâde bir çocuk gülümsemesi gibiydi yüzünü bir anda aydınlatan gülüşü. Kalbim bir anda kanatlarını çırptı. Ne kadar özlemiştim gülümseyişini. Ne kadar uzun süredir şahit olmamıştım buna. Ardından sıktığı dişleri arasından konuştu: "Senin için endişelenmediğimi mi düşünüyorsun deniz kızı?"

YOU ARE READING
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...