Sabahın ilk ışıkları dans edercesine üzerimize süzülürken üstümdeki ağırlığın altında eziliyorum sandım. Erdem'in kafası göğsümün ortasına yerleşmiş, bacakları bacaklarıma dolanmıştı. Tek eli yüzümün hemen yanında hareketsiz bir halde dururken, diğer eliyle sağ elimi kendine kenetlemişti. Birleşen ellerimiz burnunun hemen yanında, dudaklarının üstünde duruyordu. Her ne kadar kemiklerim sızlarcasına isyan etse de, ömrümde daha huzurlu bir sabah hatırlamıyordum. Filmlerde anlatılan mutlu Pazar sabahları bu muydu sahi? Eğer bu ise, düşündüğümden daha yakıcı bir mutluluk veriyormuş bedene... Bir parça da heyecan.
Gece Erdem'in dudakları dudaklarımın altında ezilirken kaybettiğim tüm anılar belleğime geri doluşmuştu. Başımın arka lobundaki sızlama yerini ısrarla koruyordu. Ruhumda kopan fırtına içimi toz bulutuna hapsetmişti. Ve kalkan tozların yere inmesi zaman alacaktı.
Aklıma babamın gelmesiyle Erdem'in üzerimdeki varlığından dolayı taarruza geçen kalbime ayak uydurmak için şaha kalkan nefes alış verişlerim daha da hızlandı. Bir süredir hastanede olduğuma göre, babamın cenazesi çoktan gömülmüş olmalıydı. Acaba cenazesine kimler gitmişti? Kimsesiz gibi mi gömülmüştü yoksa? Midemden ekşi bir tadın boğazıma doğru yükseldiğini hissettim. Kaşlarını çattım. Bir an önce mezarını ziyaret etmek istiyordum. Fakat Naz ve Emir tehlikesine yakalanmanın en basit yoluydu babamın mezarına gitmek. Duygusallığının izin verdiği ölçüde mantığımın konuşmasına izin veriyordum. Çünkü ne acıdır ki içimden bir ses, babamın tüm bunları hakettiğini, abimin senelerce tacizine göz yumduğu ve öz anneme tecavüz ettiği için böyle bir ölümün onu yakaladığını söylüyordu. Ölmek onun için kurtuluş olmuştu belki de... Kim bilir?
Vicdanımı rahatlatmak için böyle düşünme konusunda kendimi zorlasam da gözümden Erdem'in yüzüne düşen iki damla yaşı fark ettiğimde aslında hiçte öyle düşünmediğimi anladım. Erdem'in çenesinde bir kas seğirdi ve esnerken gamzesi belirginleşti. Okyanus rengi gözlerini hiç aralamadan pozisyonunu değiştirip uyumaya devam etti.
Bu kez tek eli göğsümde duruyordu ve gece yaşadıklarımızın etkisiyle belime kadar sıyrılan geceliğimin altında çıplak kalan bacağımın üstüne de diğer elini attı. Uyandırmamak için nefesimi tuttum. Ve yavaş yavaş oksijenle buluştum. Sanırım ağlama isteğimi bastırmayı başarabilmiştim. Büyüyordum. Gün geçtikçe eskiden beni yıkan olaylar, şimdi dimdik durmama sebep olabiliyordu. Gerçekleri görebiliyordum, ne kadar acı olsa da yalanlara sığınmayıp, gerçeklerle yüzleşmeyi tercih ediyordum.
Tüm bunlar zihnimde süzülürken Erdem'in ellerinin bedenimi belli belirsiz okşadığını fark ettim. Bir süre bunun bir yanılsamadan ibaret olduğunu ve Erdem'in uyuduğunu düşünmeye çalışsam da bir süre sonra dokunuşlarının etkisiyle farkında olmadan kıvranmaya başladım. Belli etmemeye çalışıyordum, fakat her bir hücreme teması fena halde içgüdülerimi kışkırtıyor , yerimden doğrulup üstüne atlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Bütün bedenim dokunuşları altında uğuldarken en iyi saldırının iyi bir savunma olduğunu hatırlayarak oyununa karşılık vermeye karar verdim. Ve gözlerimi kapatıp mırıldanarak ve esneyerek kıvrak bir hareketle altından kaçtım. Ve yüz üstü bir şekilde tekrar yatağa gömüldüm. Hala uyuduğumu sanması için derin ve belli aralıklı nefesler almaya devam ettim. Erdem huzursuzca kıpırdandı ve tekrar beni kendine çekmek için iri kollarından bir tanesini belime doladığı gibi kendine çekti. Ama ben hiçbir şeyin farkında değilmişim de derin bir uykudaymışım gibi mırıldanmaya devam ettim.
Bir süre hareketsiz bekleyen Erdem "Eflal?" diye fısıldadı. Gülmemek için yüzümü iyice yastığa gömdüm ve bilerek bacaklarımı iyice bacaklarına sürterken kucağına doğru iyice sokuldum. Dudaklarımı öyle bir ısırıyordum ki, içimde bir püskürtme dalgası dolaşıyordu.

YOU ARE READING
EFLAL
RomanceKonuşmanın vakti gelmişti demek. Gerçeklerle yüzleşmek... Yerimden kalkıp onu duvarın köşesine doğru sıkıştırdım. Benden korkan gözleri, titreyen bacakları, karşımda ufacık kalan bedeni... "Sana üç şey söyleyeceğim. Bu üç şeyi asla unutmayac...