Ümit, yaşadığın müddetçe vardı; eksilen ama asla yok olmayan, kimi zaman güç veren kimi zamansa acıtan bir mefhumdu. Basamakları birer birer, dinmeyen gözyaşlarıyla çıkıp, kıpırdamayan kapıyı, kolları sızlayana kadar boş yere ittikten sonra bile içinde bir yerde hala ümit vardı. Eksikti ve acıtıyordu ama yok olmamıştı. Titreyerek basamakları teker teker indi, ayakları zemine değdiği anda açık mavi titreşimlerle dolu metal duvarın dibine yığılıp kaldı. Nefesleri, biri ansızın karnına bıçak saplıyormuş gibi olmadık anda kesiliyor, göz pınarlarında donup kalan gözyaşları gözlerini acıtıyordu. Göğsünden gelen çaresiz hıçkırık, acımasız duvarların arasında asılı kaldığında, haddinden fazla zorladığı için titreyen kollarını, iyiden iyiye zayıflamış bedenine sardı. Varlığını dahi unuttuğu ses,
"Hira." dedi yumuşakça. "Yanıma gel."
Başını kaldırıp, tam karşısında, duvarın dibinde ayaklarını karnına çekmiş oturan Deniz'e baktı. Açık mavi ışığın altındayken iki adet iri boncuğa dönüşmüş siyah gözlerde, inkar ettiği tüm gerçek yüzüne bir tokat gibi indi.
Gözlerinin önündeki sahnenin her karışı, kendi eseriydi.
Loş ışıkta, donuk gözlerle uzun süre Deniz'in gözlerine baktı. Nefret, hayal kırıklığı, öfke ya da başka herhangi bir şey arıyordu ne var ki hiçbiri yoktu. Görebildiği tek şey, kabullenmişlikti.
"Yanıma gel." diye tekrarladı, kızın arayışını fark etmeden. "Lütfen."
Hira, yarı emekleyerek kuyunun öteki tarafına, Deniz'in yanına gitti, aralarında bir karış mesafe bırakarak yere oturdu, metal duvara yaslandı. Saçları, duvardaki kelepçenin tam altında, Deniz'in kilitli halde yukarıda duran sağ koluna sürünüyordu. Dönüp, yüzünde gezinen bakışlara karşılık verdiğinde, yanaklarına bir damla yaş daha düştü. Duvara girip, enerjiyi kuyuya taşıyan kolyenin zinciri, uzaklardaki bir gezegenin ışığı gibi yanıp sönüyordu.
"Ağlamandan hoşlanmıyorum." dedi serbest eliyle kızın yüzüne uzanıp gözyaşlarını silerken. "Ne kadar az güldüğünün farkında mısın?"
"Korkuyorum..." dedi fısıltıyla.
Yanaklarındaki eller duraksadı, birkaç saniye sonra uzaklaştı.
"Buradan kurtulacağımızı, yeniden birlikte hayal kurmanın bir yolunu bulacağımızı söylemek isterdim." dedi durgun bir sesle. "Ama tutamayacağım sözler veremem." Hira'ya bakacak şekilde yan döndü, başını duvara yasladı. "Önümüzde üç yol var."
Hira da aynı şekilde yana döndü, boğazındaki acıtan yumruyu önemsemeden dinlemeye çalıştı. "İlki, kolyeyi sistemden çekmek. Enerji çekildiğinde dönüştürücü ciddi bir hasar alacaktır. Kaçış planı böylelikle uzun bir süreliğine ertelenecek. İkincisi, bizden bekleneni yapmayı sonuna kadar reddetmek. Sonunda ikimiz de bu kuyuda oksijensizlikten ölene dek. Ve bu seçeneği yok sayıyorum. Ölümünü izleyebilecek kadar güçlü değilim ki enstitünün buna izin vereceğini de sanmıyorum. Mutlaka bu ihtimale karşı ikinci bir planları vardır." Biraz durdu ve düşünceli bir şekilde metal duvarları inceledi. Tekrar Hira'ya baktığında, gözlerine karanlık çökmüştü. "Üçüncüsü, bizden bekleneni yapmak. Kolyeler birleştiğinde enerjilerimiz çarpışacak ve dönüştürücü kontrollü bir solucan deliğine dönüşecek. Dünya, başka bir galaksiye, bizse bilinmezliğe doğru gideceğiz."
Hira kafasını toparlamaya çalışarak seçenekleri değerlendirirken, kısa süreli bir sessizlik oldu.
"Kolyeyi sistemden çekmekten yanayım." diye devam etti Deniz, kızın kararsız gözlerine bakarak. Hira, başını hayır anlamında iki yana salladı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOLYE
Science Fiction"Güneş'in ölmeye başladığı zamanlarda, Dünya'yı başka bir galaksiye taşıyacak güce sahip iki kolye icat edilir. Ne var ki kolyeyi taşıyacak iki kişinin, insanlığı korumak adına ödemesi gereken ağır bir bedel vardır. " Yeni devirde, dengeler değişmi...