Sürpriiiiiiiizzz!! :)Hepinize vote ve yorumlar için çok çok teşekkür ederim :) Yorumlarınızı okudukça yazma isteğim daha da artıyor. Yeni bölüm vizelerim başlayacağı için daha önce de söylediğim gibi gecikebilir. Anlayışınıza sığınıyorum. İyi okumalar :)
Bu bölümü Ebru'ya ithaf ediyorum. Beğenmen dileğiyle Ebrucum :)
‘Damat yangın çıktığında önce kimi kurtarır? Annesini mi, eşini mi?’
Oha! Soruya gel.
Salondaki koltukta yayılmış elimdeki elmayı heyecanlı bir ifadeyle ısırarak, gözlerimi pörtletip televizyonu pür dikkat izlemeye devam ediyorum. Şimdi sıçtınız işte damatlar!
Bir haftadır boğazımdaki boyunlukla birlikte evde ‘Robocop’ misali dolanıyorum. Kerem sağ olsun işe gitmek yasak, evden çıkmak yasak, kıpırdamak yasak. Resmen eve kapadı beni Kas Yığını! Pencereden burnumu bile çıkarttırmayacak neredeyse. Benim de tek eğlencem televizyon oldu haliyle. Ama ben nerden bileyim bütün şizofrenik programları gündüz kuşağına koyduklarını?
‘Tabi ki de eşim beni kurtarır Seda Hanım.’ diyor çirkef gelin gözlerini süze süze gülerek. Zaten yarışmanın başından beri gerim gerim gerdi ortalığı yelloz. Allah buna bi çene vermiş ki sorma. Kadın biraz daha annesinin karnında kalsaymış sadece çene olarak doğacakmış!
‘Neden?’
‘Çünkü ben onun hayat arkadaşıyım, eşiyim. Biz bir hayatı paylaşıyoruz. Hem annesi de yaşadığı kadar yaşamış zaten bu zamana kadar.’
Hönk!
“Yelloz seniii!” diyorum kafamı iki yana sallayıp, gözlerimi kısarken. “Kadın 60 yaşına geldi diye ölsün mü?! Çirkef!”
‘Bence oğlum beni seçer.’ diyor sarı saçlı kokoş teyze gelinine inat yaparak. Utanmasalar canlı yayında çiğ çiğ yiyecekler birbirlerini.
Üzerindeki pullu yeşil elbiseyle koy teyzeyi sokağa, trafik lambası olarak çalışsın. Bir de gelmişin bu yaşa, o giydiğin dekolteli elbise olmuş mu şimdi? Hayır madem dekolte giyeceksin, o zaman ne diye altın günlerinde kısırları, börekleri yedin de şiştin bu kadar? Formunu korusaydın bari be teyzecim.
‘Neden?’ diye soruyor Seda Sayan hemen kaynanaya dönerek. Üzerindeki kırmızı elbisenin parıltısından geçici bir süre körlük yaşıyorum.
‘Çünkü onu ben doğurdum.’
Ay götüm!
Sanki herkesi başka biri doğurmuş da, dünyada bir ilke imza atarak bi tek o çocuğunu kendi doğurmuş. Bizi kim doğurdu acaba? Babamız değil herhalde.
‘Evet.’ diyor Seda Sayan hemen karşı taraftaki kurbanlık koyun gibi duran damada dönerek. Bu adam zaten ölmüş arkasından ağlayanı yok. Bu anneyle, bu eşle ömür mü geçer? Kurumuş kalmış gariban. Yazık. Nasıl beynini yiyorlarsa adamın artık..
‘Anneni mi kurtarırsın, yoksa eşini mi?’
Bittin oğlum sen. İşin yaş senin. Şu anda resmen ‘iki ucu boklu değnek’ deyiminin sözlükteki anlamı sensin. Eşini seçsen annen surat yapıp evlatlıktan reddedecek, anneni seçsen o şirret karın 3 ay boyunca yatakta ‘başım ağrıyor’ diyecek. Bakalım hangisi daha ağır basacak? Annenin emeği mi, yoksa yatak mı?
‘Eşimi seçerim Seda Hanım.’
Yatak daha kıymetli geldi bak görüyor musun? Erkek milleti değil mi işte. Tüü! Yazıklar olsun! Boyun posun devrilsin! Bayramda elini öpmeye kimse gelmesin inşallah! Resmen gitti kadının onca yıllık emeği. Bir yatağa sattı anasını!
‘Hanım köylü oldu bu. Çok değişti.’ diyor kaynana pembe rujlu dudaklarını büzerek. ‘Gördünüz dimi Seda Hanım?’
Sen de az değilsin ama.. Kim bilir neler çektirmişsindir o geline. Gözü göz değil bunun da anacım, anlarım ben.
Kaynana Tülay ağlamaklı bir şekilde otururken, gelin Emel kocasına dönerek ağzını yaya yaya konuşuyor.
‘Sini siviyirim aşkıııııım.’
Aşka bak be. Devlerin(!) aşkı resmen.. Çok duygusal(!) Tabi adam anasını bıraktı ya seversin!
‘Boş ver kız Tülay. Gel oynayak.’
Seda Sayan’ın cümlesi biter bitmez hemen gümbür gümbür bir şekilde ‘A be Kaynana’ çalmaya başlıyor. Az önce oğlu tarafından yangının ortasında bırakılıp, kaderine terk edilen Tülay da sanki babasının oğlu evleniyormuş gibi göbekler atmaya başlıyor.
Lan daha bir saniye önce gözleri dolmamış mıydı bu kadının? Yeminle şizofren olacağım şimdi! Ben o damadın yerinde olsam, bunların ikisini de yangında bırakır, kaçarım valla. Kurtuluş için son çare ayağına kadar gelmişken ne kurtarıyorsun? Bırak ikisi de ecelleriyle ölsün. Oh mis!
“Kızım Zeynep, değiştir şu kanalı kafayı yemeye başlıyorsun.” diyorum kendi kendimden korkarak. Kanalı değiştirip bu kez de karşıma çıkan diğer programa göz atıyorum.
‘Peki o gün sen evdeyken, Mehmet Bey sana geldi mi?’
‘Yok. Gelmedi.’
‘Gelmedi mi?’
‘Yok. Ben tarlaya gittim. Sonra geri döndüm. Saat üçe geliyordu.’
'Mehmet Bey senin evine gelmedi ama?’
‘Gelmedi Müge Hanım.’
‘E şahitler var.’ diyor Müge Anlı kaşlarını çatarak köylü teyzeye bakarken. Saçları yine fırça gibi maşallah! Tek bir tel bile kıpırdamadan kaskatı duruyor. Bir de benimkilere bak. Hepsi kendi bağımsızlığını ilan etmiş, kafalarına göre takılıyorlar. Gerçi Müge’nin saçlarının da suçu yok. Olur da aralarından biri bozulsa, Müge kökünden koparır valla o teli! Korkudan birbirlerine yapışıp destek alıyor garibanlar.
‘Seninle birlikte görmüşler o gün Mehmet Bey’i. Evine gelmiş. Çay içmişsiniz.’
‘He, anladım. Evime gelmedi.’ diyor teyze poker face bir surat ifadesiyle. ‘Bahçeme geldi.’
Şaka herhalde bu? Hahahaha.. Ay teyze sen çok yaşa emi! Müge birkaç güne yolar bu kadını. Bakışlarından belli.
Cep telefonumun sesiyle birlikte girdiğim transtan çıkıp, televizyonu kapatıyorum ve çok dikkatli bir şekilde yan tarafımdaki telefonu alıyorum.
“Efendim?”
“Güzelim? Nasılsın?”
Kerem’in keyifli ses tonu biraz olsun neşemi yerine getiriyor. Bir haftadır yüzündeki sırıtış hiç silinmedi şapşiriğin. Eve döndüğünden beri pek bi neşeli. Ama onun aksine ben kuduruyorum.