Herkese merhaba :) Yeni bölümünüzü çok geciktirmeden yollamak istedim. Diğer bölüm ne zaman gelir bilemiyorum. Bölüm şarkısı da seçtim sizin için isteyenler tıklasın :) Keyifli okumalar..
Kerem’le geçirdiğimiz üç günlük harika Uludağ tatilinden sonra iş, güç derken yılın ilk haftası da hızlıca geçiyor ve hafta sonu gelip çatıyor. Cumartesi sabahı güzel bir kahvaltı hazırlamak için kolları sıvıyorum.
“Güzelim, mis gibi kokular beni buraya getirdi resmen.” diyor Kerem mutfak kapısından içeri girerken. Daha sonra da belime sarılıp boynuma koca bir öpücük konduruyor. “Ohh..”
“Tostlar senin ellerinden öper Thorcum.” diyorum omletleri tabaklara yerleştirmeye başlarken.
“O iş benim uzmanlık alanım.” diyor Kerem bana göz kırpıp hazırladığım ekmekleri tost makinesine yerleştirirken. “Hiç merak etme.”
“Aferin benim kocama..” diyorum yanından geçerek Kerem’in kısa saçlarını karıştırırken. Daha sonra da buzdolabına yönelip vişne suyu kutusunu çıkartıyorum. Bulduğum en büyük bardağa vişne suyumu doldururken Kerem tostları tabaklarımıza yerleştiriyor bile.
“İşte tostlarımız güzelim.”
“Ne kadar hamaratız yahu.” diyorum sevimli bir gülümsemeyle. “Maşallah bize.”
“Sana maşallah asıl. Ben en başından beri böyleydim.” diyor Kerem alaycı bir ifadeyle gülümseyerek beni süzerken. Hemen gözlerimi belertip pis bakışlar atıyorum ona. Bunun üzerine kaşlarını hızla havaya kaldırıyor. “Ne bakıyorsun öyle?”
“Hödüklük ettiğini anlamanı bekliyorum canım.”
“Sen daha buraya taşındığım ilk zamanlar kendin demiyor muydun ‘Ben Garfield gibiyim.’ diye? Şimdi ben söyleyince mi suç oldu?”
“Senin de dediğin gibi ilk zamanlardı o. Milattan önce yani.” diyorum hatırlatarak. “Ve benim bunu söylemem sana bunu yüzüme vurma hakkı vermiyor.”
“Hahahahah..”
“Gülme Kerem! Kahvaltını et.”
“Sinirlenince çok güzel oluyorsun.” diyor sırıtarak bana bakarken. Gözlerine kısa bir bakış atıp, omletimden bir lokma alıyorum.
Hayır erimeyeceğim. Bu kez değil. Çünkü ben iradesi olan bir kadınım.
“Gerçi senin her halin güzel.. Şu suratının aldığı her mimik beni sana yeniden aşık ediyor.”
İrade mi? O da ne? Yenir mi ki?
“Ya sen ne biçim bi adamsın!” diyorum bağırarak oturduğum sandalyeden kalkıp Kerem’in kucağına oturarak. Kollarımı boynuna dolayıp, yanaklarına sesli öpücükler bıraktıktan sonra ellerimi yüzünün iki yanına yerleştirip gülümsüyorum. “Hiç kızamayacak mıyım ben sana?”
“Kızamayacaksın tabi.” diyor sırıtarak yüzüme bakarken. “Sen bana kızarsan ben nasıl rahat nefes alabilirim ki?”
“Ben sana kızabilir miyim hiç?” diyorum gülümseyerek dudaklarına bir öpücük bırakırken. “Öyle fenasın ki iki saniyede tek bir cümleyle kalbimi şeker gibi eritiyorsun.”
“Bütün bunların tek bir sebebi var. O da sensin. Sen benim her şeyimsin güzelim.”
“Yerim ben seni.” diyorum yanaklarını sıktıktan sonra boynuna sımsıkı sarılarak. “Canımın ta içisin sen.”
“Adam gibi bir öpücük verirsen eğer, çok güzel olur aslında.” diyor Kerem geri çekildiğimde şımarık küçük çocuk ifadesiyle bana bakarken. Gülümseyerek onu kendime doğru çekmemle birlikte dudaklarının dudaklarıma hevesle atılması bir oluyor. Ama giderek daha fazla hararetlenen öpüşmemiz kapı ziliyle son buluyor. “Yemin ediyorum sensör var bu evde! Biz ne zaman yakınlaşsak biri geliyor!”
“Hahahaha..”
“Gülme Zeynep! Sabahın bu saatinde kim gelir ki?”
“Bilmem.” diyorum mutfaktan çıkmadan hemen önce cevap vererek. “Bakalım kimmiş?”
Hızlı adımlarla ilerleyerek aralıksız çalan kapı zilini bir an önce susturmak için çabalıyorum. Kapıyı açtığımda ise Aksel parmağını zilden nihayet çekebiliyor.
“Aksel?”
“Zeyno nerdesin ya? Yarım saattir çalıyorum.”
Abartsaydın Akselcim.
“Ben buradayım da senin bu acelen ne onu anlamadım.”
“Unuttun mu yoksa?” diyor gözlerini kocaman açarak bana şok ifadesiyle bakarken. “Bugün paintball oynamaya gidecektik ya.”
Akselcim bir hafta boyunca her Allah’ın günü bin beş yüz defa arayıp ‘Zeyno ben nasıl açılacağım?’ diye sormasan eğer unutabilirdim belki ama şu durumda böyle bir şey mümkün değil.
“Unutmadım Aksel. Ama sen unuttun galiba. Saat ikide gideceğiz.”
“Evet biliyorum.”
“Şu anda saat sabahın dokuz buçuğu.”
“Onu da biliyorum.”
“Ee o zaman ne bu şiddet, bu celal?”
“Ya Zeyno ben heyecandan öleceğim.” diyor gözlerini hızlı hızlı kırpıştırarak. “Bütün gece uyumadım, sabahı sabah ettim. Gün aydınlanınca da kendimi hemen dışarı attım. Saatlerdir boş boş geziyorum. Artık uyanmışsınızdır diye de buraya geldim.”
Eyvaaah.. Bu çocuğun durumu vahim..
“İyi yapmışsın canım. Bir şeyler yedin mi?”
“Yok hiçbir şey yemedim.”
“O zaman gel hadi kahvaltı edelim birlikte.”
“Olur.” diyor kafasını sallayarak beni onaylarken. Daha sonra da derin bir nefes alıp veriyor. “Valla iyi değilim ben. Çok fena nefesim kesiliyor benim.”
Acaba ambulans falan da mı bulundursak yanımızda.. Bu Aksel heyecandan nefes almayı da unutacakmış gibi geliyor bana.
“Sakin ol be manyak.” diyorum hemen kaşlarımı havaya kaldırarak. “Abartma. Kız seni yemeyecek herhalde.”
“Keşke yese..” diyor sırıtarak benimle birlikte mutfağa ilerlerken. Gözlerimi kocaman açıp daha sonra da kafamı iki yana sallıyorum.
“Terbiyesiz!”
“Hahahaha..”
“Höhöhöh!” diyorum Aksel’in taklidini yaparak suratımı buruştururken. “Kızın yanında da böyle konuş da, sonra içip içip ağlarsın ‘Aşığım Zeynooo..’ diye.”