Bölüm 4 : Belki de sadece belayı çağırıp duruyordum.
Garipti.
Sahiden çok garipti.
Bazen onunla önceden tanışıyormuşuz gibi hissediyordum. Gözleri zaten beni biliyormuş gibi bakıyor gözlerimin içine. Ve sanki, içimden her geçeni görebiliyormuş gibi. Belki de bambaşka bir hayattayken benimdi o gözler... Ancak, ikinci ya da üçüncü hayat zırvalıklarına da pek inanmıyordum.
Öyleyse nasıl, nasıl beni bilir gibi bakıyordu gözlerimin içine? Garip hissettiriyordu beni. Bir anlam biçemediğim duygulardı bunlar. Çünkü insanlar hayatıma hep ite kaka dahil oldular. Kimseyi içeriye buyur etmez, kimseye aralık bir kapı sunmazdım.
Ama o sanki buna ihtiyacı bile yokmuş gibi davranıyordu. Ben onu içeriye davet etmesem de, o hayatıma girebilmek için aralık bir kapı bulur gibiydi. Çünkü benim bile bilmediğim yönlerimi biliyormuş gibi bakıyordu gözlerimin içine ve bakışları ister istemez tüm bunlar olmadan da beni tanıyabilirmiş gibi hissettiriyordu.
Kaşlarım bir an için sonuna kadar çatıldı.
Narsisizm.
O an için aklıma gelen en iyi kelime buydu. Çünkü bence Doruk Atacan, yani nam-ı diğer Popüler Kültür Kölesi, sadece kendini çok fazla beğeniyordu. Hatta özgüveni bir insanın sahip olamayacağı kadar büyüktü.
''Sadece aptalın teki,'' dedim kendime. Derin bir nefes aldım ve saçlarımı kulağımın ardına itelerken, ''Buraya kadar geldiğine inanamıyorum,'' diye mırıldandım.
Adımlarımı birbiri ardına atıp dururken hafifçe gülümsüyordum. Birden yanından geçtiğim kızlardan kısa saçlı olanın, ''Onu gördün mü? Çok yakışıklıydı,'' dediğini duydum. Adım atmayı keserek durakladım. Daha iyi dinlemek için kafamı kaldırdım. Doruk'un az önce inerek gözden kaybolduğu merdivenlerden geliyorlardı. Gözlerim hafifçe kısılıverdi.
''Off... Hele gözlerine ne demeli! Masmaviydi resmen!'' Yüzümü buruşturdum.
Ortada iki büyük gerçek vardı : Bir, evet, adam tam olarak doğaüstü bir cazibeydi. İki, bunca yolu buraya benim için gelmişti.
Bu yüzden kendimi biraz olsun gururlanmış hissettim ve gözlerimi kızların üzerinden çekip sınıfın kapısına doğru çevirdim. Kelebeklerin kanatları göğsümün içinde çırpmaya başladı ve tuhaf bir enerjiyle beraber sınıftan içeri girdim. Önüme çıkan herkese ufakta olsa tebessüm ediyordum o saniyelerde. Kol saatime baktım : 7.08'i gösteriyordu. Dersin başlamasına sadece birkaç dakika kalmıştı. Damarlarımda gezinip duran yakıcı heyecan yine bana dersi ekmemi söylüyordu. Ancak Ecrin'i dersi ekmeye ikna etmek bir boz ayıyla oturup sohbet etmek kadar imkansızdı. O yüzden seçeneği fazla düşünmeden zihnimden kovaladım.
''Yer misin?'' Soruyu soran kişi Elif'ti. Bana doğru uzattığı keteyi gözümün ucuyla görebildim.
''Pek aç değilim,'' diyerek gülümsedim.
''Ecrin'in biraz canı sıkkın gibi. Kavga mı ettiniz?''
''Yoo,'' dedim otomatikmen. Hemen ardından aklıma son konuşmamız geliverdi.
Ecrin... Ecrin!
Omuriliğimden aşağıya ani bir huzursuzluk duygusu yayıldı.
Ecrin... Ecrin! Omuriliğimden aşağıya ani bir huzursuzluk dalgası yayıldı.
Gözlerim iri iri açılarak başımı hızlıca sıramıza doğru çevirdiğimde Ecrin'i kafasını kollarının arasına koymuş, etrafla ilişkisini kesmiş bir halde bulmuştum. Eyvah! İşte şimdi hapı yuttuğumun resmiydi.

ESTÁS LEYENDO
POPÜLER KÖLELER
Novela Juvenil✾ ''Bugünün geleceğinin hayalini bile kuramazdım,'' diye fısıldadı kız, gökyüzündeki yıldızlara umut dolu gözleriyle bakarken. ''Böyle bir şeyi aklımdan bile geçiremezdim,'' diye devam etti. Sonrasında komik bir şey hatırlamış gibi kendi kendine gül...