Bir varmış, bir yokmuş…

Bir zamanlar kendi halinde yaşayan çirkin mi çirkin bir prenses varmış. Çok yüksek, kapısı bile olmayan bir kulede yalnız başına yaşıyormuş ve zamanın çoğunu, hatta hepsini müzik dinleyerek veya kitap okuyarak geçiriyormuş. Annesi ve babasının “Dışarı çık da gözün insan yüzü görsün.” yakarışları umurunda değilmiş.

Diğer prensesleri ailesi zorla evinde tutmak isterken bu prenses kendi kendini bir kuleye hapsetmiş ve yaşamından oldukça memnunmuş. İnsanları, hayatı kendinden soyutlamış ve ilişki içinde bulunduğu tek varlık yatağıymış.

Her gün kulenin tek penceresine dirseğini dayayıp hülyalı hülyalı düşünürken beyaz atlı prensini beklemiyormuş. Çünkü ona göre tüm erkekler odunmuş. O, sadece romanlarındaki erkeklere âşık olabilecek türden bir kızmış ve romanlardaki erkeklerin de asla gerçek olmayacağının farkındaymış.

Kendisiyle barışıkmış bu kız. Çirkinliği, kilosu, dış görünüşü ve tuhaf davranışları onun için bir sorun oluşturmuyormuş. Zaten dışarı çıkıp insanlara gözükmediği ve sık sık aynaya bakan biri olmadığı için kimseciklere zararı yokmuş bu masum kızın.

En sevdiği renk siyah, sevdiği şarkı türü rock ve rap olsa hatta saldırgan hareketler sergilese bile diğerlerinin gördüğü gibi depresif, içine kapanık, duygusuz, satanist ya da mazoşist değilmiş. Çok nadir evine davet ettiği arkadaşları aslında onun ne kadar renkli bir kişiliğe sahip olduğunun farkındaymış.

Sinirlenince kimseyi dövmeye vicdanı el vermediği için ağlıyormuş . En uyuz özelliklerinden birisiymiş bu. Ve genellikle ağlaması yanlış yorumlanıp korktuğu ya da kendini acındırmak için ağladığı düşünülüyormuş.

Bir gün prenses yatağında yanında kitapları ve bilgisayarı ile birlikte sıkıntıdan ölü olarak bulunmuş.


Gökten üç elma düşmüş. Biri sana, ikisi prenseseymiş. Ama prenses dayanamayıp senin elmanı da yemiş çünkü çok acıkmış. Ve şu an gerçekten çok aç olduğunu fark etmiş ve mutfağa doğru yol almış…
  • JoinedNovember 29, 2013