yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yanlızlıkla yiyen, kemiren yaralar. kimseye anlatılmaz bu dertler. çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. düşündüm, herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. belki de hiç yıldızım olmadı. içimde müphem bir arzu: bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl dünyaya yeniden doğsam. azap çeken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum. lakin boşuna. dünya ıssız, yaşlı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, aç gözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. gönlümde düğümlenen bir şeydi bu ıstırap, bu kederli hal; kasırgadan az önce ki havayı andırıyordu. hissettim ki benim düşüncelerim de dayanıksız bir avuç kor gibidir. kül olmuştur bir üflemeye bakar. bir birine ters düşen öyle çok şey gördüm, bir biriyle çelişen öyle çok şey duydum ki, artık hiç bir şeye inanmıyorum. bazı kimselerin ölümle savaşı yirmisin de başlar. bir çokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler. yanlız ölüm yalan söylemez. ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir. sadece görünmeyen yangınlar, duyulmayan fırtınalar, gizlice çürüyen ruhlar vardır. nedir günler, nedir aylar? benim için önemi yok.