anilemredaldaI

hayatı kitaplardan değil gözlerimden oku

anilemredaldaI

doğrusu yaradır, sızlar-sızlar geçer dedim. onu tüm yaralarla aynı kefeye koydum. bir ay, bir yıl. bir yıl, beş yıla devrildi ancak geçmedi. oysa emindim, tüm yaralar iyileşirdi bir müddet sonra. fakat ne yazık ki yanılmışım yine. şimdi bunu yazarken ciğerim odam kadar dumanlı, saçım başım dağınık. yatağımda can çekişiyorum. hâlâ aklıma geldikçe titriyorum yavaşca. tabir-i caizse ölüyordum tek başıma bu odada. ve ben silkelenip kendime gelecek seviyede düşmedim. dipteyim ve burada silkelenmek mümkün mü onu bile bilmiyorum.

anilemredaldaI

ağlamak tabiki zayıflık değil ama kursağındaki o kocaman kaya. geriye başka bir şeyin kalmadığında belki hırsından belki ölülerin bile kemiğini sızlatacak hüznünden ağlamak isteğini bi battaniye gibi üzerine çekmek istiyorsun. ben biliyordum aslında böyle olacağını burukluğu var üzerinde.

anilemredaldaI

eğer o geceyi canlı canlı yaşayıp o korkuyu iliklerinize kadar hissetmediyseniz, hava aydınlanana kadar yağmurun altında yalın ayak ölüme terk edilip, arkadaşlarınızın, ailenizin, selam verdiğiniz komşularınızın acı dolu çaresiz yardım çığlıklarına şahit olmadıysanız, sevdiklerinize ulaşamayınca  aklını kaybedip, kalbinize derin bir acı çökmediyse onları biri gelirde kurtarır diye uğraşıp, elden bişey gelmeyince çaresizce yardım beklemek zorunda kalmadıysanız, acaba kimim öldü diye  endişe duyup sabaha kadar tir tir titremediyseniz, enkazların molozların altından ellerinizle arkadaşlarınızın ailenizin sevdiklerinizin cenazesini çıkarmadıysanız,  daha sayamadığım milyonlarca şeye şahit olmadıysanız lütfen sadece susun konuşmayın  akıl vermeyin yaşadığına şükret demeyin.

anilemredaldaI

çürüyecek yer kalmadı içimde, bedenime taşıyor artık çirkinliğim. ben de hiçbirini saklamayıp gözlerinin önüne seriyorum hepsini. aynaya baktığımda ne hissediyorsam aynısını hissetsinler istiyorum. hayata karşı tüm acımasızlığımla sırıtıyorum. yer yer çürümüş bacaklarımla zemine basabildiğim kadar sert basıyorum. insanların rahatsız olmasını ise hiç önemsemiyorum. biri derdini anlatınca kahkahayı basıyorum. boş ver diyorum, geçer. bana bir yapıldıysa on değil elli katıyla karşılık veriyorum. dağıldığımdan elli kat fazla dağıtıyorum. dağıttıklarımı toplamayı ise aklıma bile getirmiyorum. bırakıyorum öylece, kendimi yere bırakır gibi. bunun için strese bile girmiyorum. sabahları geç kalmayı bir kez daha geç kalırsam dayak yiyeceğimi bile bile hiç önemsemiyorum. zamana yetişmeye çalışmıyorum. nerede olumsuzluk, nerede dert orada bitiyorum. eskiden kavga büyümesin diye çabalayan çocukluğumu bu defa kendi ellerimle susturuyorum. bağırabildiğim kadar bağırıyorum. karşı çıkabildiğim kadar çıkıyorum. bencilliğimden midem bulanıyor sonra gidip boğazımı parçalayana kadar kusuyorum. ağzımdan kan gelince kendimi kahkaha atmaktan alıkoyamıyorum. aynanın karşısına geçip gözlerimden yaş gelene kadar gülüyorum. kendimi başkalarının yapmasına izin vermeden aşağılıyor, kendi ellerimle mahvediyorum. kendimden de insanlardan da nefret ediyorum. yanımdan geçenlere bile kendimce sövüyorum. hatalarını yüzlerine vurmaktan gram çekinmiyorum. kırılmalarını önemsemiyorum, mahvolmalarını umursamıyorum. beni bu raddeye getiren pisliklerin içinde kendime yuva kuruyorum. hepsinden daha kötü oluyor, hepsinden daha da şeytanlaşıyorum. herkesin morali bozuksa hiçbir şey umrumda değilmiş gibi kahkahalar atıp iyice canlarını sıkıyorum. ha şayet iyilerse o gün bütün olumsuzlukları ceplerine sıkıştırıp eve yolluyorum. çocukluğumu bir odaya kapatıyorum. leş gibi birine dönüşüyorum.

anilemredaldaI

yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yanlızlıkla yiyen, kemiren yaralar. kimseye anlatılmaz bu dertler. çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. düşündüm,  herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. belki de hiç yıldızım olmadı. içimde müphem bir arzu: bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl dünyaya yeniden doğsam. azap çeken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum. lakin boşuna. dünya ıssız, yaşlı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, aç gözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. gönlümde düğümlenen bir şeydi bu ıstırap, bu kederli hal; kasırgadan az önce ki havayı andırıyordu. hissettim ki benim düşüncelerim de dayanıksız bir avuç kor gibidir. kül olmuştur bir üflemeye bakar. bir birine ters düşen öyle çok şey gördüm, bir biriyle çelişen öyle çok şey duydum ki, artık hiç bir şeye inanmıyorum. bazı kimselerin ölümle savaşı yirmisin de başlar. bir çokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler. yanlız ölüm yalan söylemez. ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir. sadece görünmeyen yangınlar, duyulmayan fırtınalar, gizlice çürüyen ruhlar vardır. nedir günler, nedir aylar? benim için önemi yok.

anilemredaldaI

bugün siyah bir araba geçti kendimi arabanın altında bulmamak için çabaladım. dün ekmekleri keserken bıçağı boynuma uzak tutmaya çalıştım. ondan önceki gün hatırası olan şalı boynuma dolayıp kendimi boğmamak için sigaramı yaktım. ondan önceki ve ondan da önceki gün hep bir şeyler yapmamak için kendime engel oldum. ben de bilirdim hava almak için dışarı çıkıp gezmeyi. fakat o havayı bana zehir edecek biri var beynimde. sen anlamıyorsun. ama ben evimde de dinlenmem, hep bir şeylerle uğraşırım. hâlim yok, yorgunum.