Ylmazrmeci

Bugün 27 Mart "Dünya Tiyatrolar Günü".
          	…
          	KAN DAVASI
          	Yıldız Kenter, Müşfik Kenter (iki kardeş) ve Şükran Güngör 1968'de Harbiye'deki "Kenter Tiyatrosu" binasının inşaatını bitiriyorlar. Bu binanın masrafları için uzunca bir süre Anadolu turneleri yapmaları gerekiyor...
          	Diyarbakır'dan turne teklifi geliyor. Dört gün oynayacaklar. Shakespeare (Şekspir)’den “Hamlet” oynayacaklar.
          	Müşfik Kenter önce itiraz ediyor, "Hamlet Diyarbakır izleyicisine ağır gelebilir, oyundan sıkılabilirler" diyor. Ama biletler hemen satılıyor. Üstelik bir süre sonra "turneyi uzatın, bir hafta olsun, çok talep var" deniyor ve turne bir hafta oluyor.
          	Diyarbakır'da bir hafta Hamlet’i ful salonda alkış kıyamet oynuyorlar. Yıldız Kenter diyor ki:
          	"Gördün mü caniko, oyun iyi olursa her yerde seyirci gelir ve hakkını verir."
          	Tabii o devirde valiler, belediye başkanları velhasıl tüm mülki amirlerde sanat sevgisi olduğu için hiç yalnız bırakmıyorlar. Son oyundan sonra Diyarbakır'da teşekkür mahiyetinde bir resepsiyon veriyorlar. Tebrikler, teşekkürler faslı devam ederken, resepsiyonda bir Diyarbakırlı sanatsever Müşfik Kenter'in yanına gidiyor ve diyor ki:
          	"Vallah, sene helal olsun. Çok yaman oynadın. Ben bu oyunun her akşamına bilet aldım, hepsini izlemişem."
          	Müşfik Kenter şaşırıyor tabii. "Ee, peki bütün oyunları izledin tamam da, ne anladın?"
          	“Valla bunda anlaşılmayacak ne var ağam, bildiğin gan davası.”
          	
          	(Alıntıdır)

Ylmazrmeci

Bugün 27 Mart "Dünya Tiyatrolar Günü".
          …
          KAN DAVASI
          Yıldız Kenter, Müşfik Kenter (iki kardeş) ve Şükran Güngör 1968'de Harbiye'deki "Kenter Tiyatrosu" binasının inşaatını bitiriyorlar. Bu binanın masrafları için uzunca bir süre Anadolu turneleri yapmaları gerekiyor...
          Diyarbakır'dan turne teklifi geliyor. Dört gün oynayacaklar. Shakespeare (Şekspir)’den “Hamlet” oynayacaklar.
          Müşfik Kenter önce itiraz ediyor, "Hamlet Diyarbakır izleyicisine ağır gelebilir, oyundan sıkılabilirler" diyor. Ama biletler hemen satılıyor. Üstelik bir süre sonra "turneyi uzatın, bir hafta olsun, çok talep var" deniyor ve turne bir hafta oluyor.
          Diyarbakır'da bir hafta Hamlet’i ful salonda alkış kıyamet oynuyorlar. Yıldız Kenter diyor ki:
          "Gördün mü caniko, oyun iyi olursa her yerde seyirci gelir ve hakkını verir."
          Tabii o devirde valiler, belediye başkanları velhasıl tüm mülki amirlerde sanat sevgisi olduğu için hiç yalnız bırakmıyorlar. Son oyundan sonra Diyarbakır'da teşekkür mahiyetinde bir resepsiyon veriyorlar. Tebrikler, teşekkürler faslı devam ederken, resepsiyonda bir Diyarbakırlı sanatsever Müşfik Kenter'in yanına gidiyor ve diyor ki:
          "Vallah, sene helal olsun. Çok yaman oynadın. Ben bu oyunun her akşamına bilet aldım, hepsini izlemişem."
          Müşfik Kenter şaşırıyor tabii. "Ee, peki bütün oyunları izledin tamam da, ne anladın?"
          “Valla bunda anlaşılmayacak ne var ağam, bildiğin gan davası.”
          
          (Alıntıdır)

Ylmazrmeci

Behçet Kemal Çağlar'ı bir gün yalan konusu ile ilgili bir seminer vermesi için davet ederler. Salon tıka basa doludur, içeri girer, salondaki insanlara bakarak: "Seminere birazdan başlıyacağız fakat önce bir şeyi öğrenmem lazım. Tevfik Fikret'in son şiiri olan Yalana Övgü'yü kaçınız okudu?"
          Salondaki insanların çoğu el kaldırır. Yazar konuşmasına devam eder:
          "Doğru yere gelmişim, Tevfik Fikret'in öyle bir şiiri yok!.."

Ylmazrmeci

TELEVİZYON VE SOSYAL MEDYA İLE DÜNYADAKİ SUÇ İLİŞKİSİ
          
          Bir araştırmaya göre son yıllarda cinayet, hırsızlık, gasp, aile içi şiddet, miras ve komşu kavgaları, çocuk ve kadınlara yönelik taciz ve tecavüzler, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi suçlar yaklaşık on kat artmış.
          
          Umberto Eco der ki: "Bence bir yazar, okurların kendisinden beklemediklerini yazmalıdır. Mesele onların ne istediğini sormak değil, onları değiştirebilmektir... ”
          
          Benzer şekilde televizyon kanalları da çok izlenen mafya, kirli sakallı çeteler, uyuşturucu, alkol veya yalan tarih dizi ve filmleri yerine toplumu doğru yönlendirecek film ve diziler yapmalılar.
          
          Televizyon evdeki okul gibidir. Aynı şekilde sosyal medya dedikleri siteler de cep telefonlarımızdaki okullardır. Özellikle çocukluk ve ergenlik dönemlerinde meslek, kişilik ve karakter arayışındaki çocuklarımız bu dizi ve filmlerdeki karakterlere özenmekte, onları rol model olarak kabul etmektedir.
          
          Yine ülkemizde ve dünyada çok satılan kitaplara baktığımızda şiddet, uyuşturucu, aile için ensest ilişkiler, töre, üvey abi ve üvey baba, eşcinsellik gibi konuları görürüz. Netflix gibi paralı kanalların içeriklerinde eşcinsellik ve uyuşturucu (Uzakdoğu dizileri dışında) sıkça işlenerek adeta normalleştirilmeye çalışılıyor. Sözde ırkçılık ve homofobik söylemlerden şiddetle kaçındıklarını iddia ederlerken sadece beyaz ırk ve heteroseksüel kişiler kötülenip aşağılanıyor.
          
          Özetle toplumun yansıması diyebileceğimiz televizyon, diziler, filmler, kitaplar ve sosyal medya içeriklerinde hepimizin dikkatli olması ve yetkilileri göreve çağırması; 
          
          Ayrıca Umberto Eco'nun önerdiği gibi çok satılan, izlenen ve okunan değil toplumu olumlu yönde değiştirebilecek yayın yapılması gerekiyor. Sağlıklı ve huzurlu günler diliyorum.
          
          Yılmaz Örmeci
          Antalya, 24.02.2024

sincapmehtap

@Ylmazrmeci Merhabalar Yılmaz Bey. Yazdığınız her satıra katılıyorum.
Reply

Ylmazrmeci

Bölüm: 3)
          
          - "Mektubu mu okudun?.."
          - "Sadece okumakla kalmadım. Hannah'ı da buldum."
          - "Buldun mu?.. Nerde?.. İyi mi?.. Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle."
          - "Çok iyi. Hem de harika" dedim, yavaşça.
          - "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım." Elime sımsıkı sarıldı.
          - "O benim tek aşkımdı. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
          - "Bay Goldstein" dedim. "Gelin benimle."
          Asansörle üçüncü kata indik. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu. Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.
          - "Hannah" dedi. "Bu bayı tanıyor musun?.."
          Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden.
          - "Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.
          - "Hannah. Ben Michael. Beni tanıdın mı?.."
          - "Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum. Bu sensin. Benim Michael'im."
          Michael Hannah'a doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire hıçkırıklar içinde koridora attı kendini...
          - "İşte Tanrı'nın sevgisi de bu" dedim. "Olacaksa olur."
          Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?..
          Harika bir nikâh töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı... Huzurevi onlara, bir minik daire tahsis etti...
          Eğer 76 yaşında bir gelinle 79 yaşındaki bir damadı, 16 yaşında bir kız, 19 yaşında bir delikanlı havasında görmek isterseniz, orayı ziyaret etmeniz gerek...
          
          (Alıntı)

Ylmazrmeci

Bölüm: 2)
          
          Bir kadın "Şimdi Hannah'ın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim... Bingo.
          Ses "Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.	
          Gecenin saat onu, ama hemen yola çıktım, Hannah'ı görmek için.
          Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda... Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.
          Anlattım olanları. Cüzdanı ve mektubu gösterip. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve:
          "Genç adam" dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı. Onu öyle seviyorum ki. Sean Connery gibi yakışıklıydı. Hani şu meşhur aktör. Ama ben 16 yaşındaydım. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi."
          Derin bir nefes daha.	
          - "Michael Goldstein harika bir insandı. Eger bulabilirseniz ona söyleyin lütfen. Onu hep düşündüm. Hep."
          Bir ufak sessizlik. Bir derin nefes daha. "Ve onu hep sevdim."
          İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden. "...ve hiç evlenmedim... Michael gibi birisini bulamadım ki."
          Hannah'a teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız: 
          - "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size?" dedi.
          - "Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim. Cüzdanı elimde sallayarak.
          O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı.
          - "Hey baksana!. Bu Bay Michael'ın cüzdanı. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım. Cüzdanını hep kaybederdi zaten. Üç kere ben buldum, koridorlarda."
          Michael sekizinci katta yaşıyordu. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı, hızla. Sonra sevinçle:
          - "Evet bu benim cüzdanım" dedi...
          - "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum."
          - "Hiçbirsey borçlu değilsiniz" dedim.
          - "Ama özür dilerim.. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum..." 
          
          (Devamı var)

Ylmazrmeci

BİR SEVGİLİLER GÜNÜ HİKÂYESİ 
          Bölüm: 1)
          	
          Buz gibi bir günde hızlı hızlı yürürken, birden ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm... Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım. Üç dolar çıktı. Bir de buruşmuş, sararmış, eskimiş mektup...
          Belli ki yıllardır, o cüzdanın içinde duruyordu. Zarf öylesine harap olmuştu ki. Sadece tepedeki "İade" adresi okunabiliyordu. Mektuba bir göz attım. Bir ipucu bulma ümidi ile. Birden tarihi gördüm. 1924... Mektup nerdeyse 60 yıl önce yazılmış. El yazısı belli, bir kadına ait. Sol köşeye bir çiçek resmi çizilmiş.
          "Sevgili Michael" diye başlıyor mektup... ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor.
           - "Ama sakın unutma, seni daima seveceğim" diye bitiyor. İmza... Hannah!..
           İçimden bir ses "Bul" dedi bana. "Mektubun sahibini bul." 
          Milyonla Michael var. Hangi birini bulacaksın ki? Ama tepedeki "İade" adresi ipucu olabilir. Telefon İstihbaratı aradım. Anlattım...
          - "Bu adrese bağlı bir telefon varsa, bana verebilir misiniz" diye. Sustu. Gidip müdürüne sordu...
          - "Var ama, size vermem yasak. Ama sizin adınıza bu numarayı arar, sorarım. İsterlerse size bağlarım. Lütfen bekleyin."
          Bekledim... İki üç dakika sonra kızın sesi geldi. "Bağlıyorum efendim."
          Karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyor musunuz?" diye sordum.
          - "Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık." dedi.
          - "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?"
          - "Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adresi bulursunuz."
          Ve huzurevinin adını verdiler. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş... Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki oradan bilirlermiş...
          - "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki. Aradım numarayı.
          
          (Devamı var)

Ylmazrmeci

CİMRİ VE HIRSIZ
          
          Bir zamanlar bir köyde
          Cimri bir adam vardı,
          Parasını harcamaz,
          Ama her gün sayardı.
          ...
          Kimseye yardım etmez,
          Kendine de bakmazdı,
          Gerekli olsa bile
          Hiç para harcamazdı.
          ...
          Uzak bir yere gidip
          Gömerek altınları,
          Her gün belli saatte
          Gidip saydı onları.
          ...
          Yine altınlarını
          Gömdüğü yere gitti,
          Nereye gittiğini
          Bir Hırsız merak etti.
          ...
          Hırsız Cimri'yi bir gün
          Takip etti gizlice,
          Saklanıp ağaçların
          Arkasına iyice.
          ...
          Altınları görünce
          Gözleri açık kaldı,
          Cimri gittikten sonra
          Altınlarını çaldı.
          ...
          Ertesi günü Cimri
          Tekrar geldi oraya,
          Yine her günkü gibi
          Altınları saymaya.
          ...
          Ama altınlar yoktu,
          Aradı bulamadı,
          Çok üzüldü oturup
          Ağlamaya başladı.
          ...
          Ordan geçen bir adam
          Duyunca feryadını,
          Yanına gelip sordu
          Neden ağladığını.
          ...
          Cimri anlattı ona
          Az önce olanları,
          Dedi ki: "Ben harcamaz,
          Sayardım altınları."
          ...
          Adam yere eğilip
          Cimri'ye şöyle baktı,
          Yerden birkaç taş alıp
          Avucuna bıraktı.
          ...
          "Madem ki harcamayıp
          Sayarsın altınları
          Aynı yere gene göm,
          Çıkarıp say bunları."
          ...
          https://www.wattpad.com/1146343954-ezop-%C3%B6yk%C3%BCnceleri-kitap-oldu-tamamland%C4%B1-b%C3%B6l%C3%BCm-16