Soluksuzsayer
Yaşlanmıştı tüm yıllar. Hatta tüm yılları bir zaman trenine binip kendisinden hızla uzaklaşmıştı. Geriye, enkazlarla bezeli hayattan aksayan bir beden kalmıştı. Gözlerini, evinin balkonundan gözüken ufka dikti. Kendiyle birlikte gözleri de yaşlanmıştı. Bakıyordu bakmasına ama onu bir türlü baktığı yerde göremiyordu. Kırışmış ellerinin matemini koltuğunun kolçağına süren yaşlı adam yüzüne nahoş bir gülümseme kondurdu. "Hâlâ verdiğiniz sözü tutmaya mı çalışıyorsunun Behram bey?" diye sordu yanı başına kadar gelen bakıcısı, nahoş da olsa gülümsemesini kastediyordu. Gelen kadını ilk etapta fark edememişti.ya da gelen hangi kadın olursa olsun, bir tanesi gelmeyince diğerlerini asla fark edemeyecekti. Bu yüzden gözlerindeki matemi saklama zahmetine bile girmeden ağır ağır başını salladı yaşlı adam. "Akşam oluyor." demişti bu defa kadın. "Oluyor." "Kaç sene oldu?" Nasıl soruydu bu? Uçan kuş bilirdi, vapurun sesi, denizlerin tek çizgiye dönüştüğü yer bilirdi. Tıpkı yeleğinin cebinden sarkan köstekli saatin bildiği gibi bilirlerdi. "44 yıl, 18 gün, " dedi ve saatini yoklayarak devam etti. "20 saat." dudaklarını yaşarı. "Akşam oluyor. Oysa sabahları ne hoş. 44 yıl önce, ilk ışıklarda hâlâ nefes aldığını bilmek iyi hissettiriyor. Bir de şu saatler var. Onun ölümüne son dört saat kalalar.
Soluksuzsayer
"Özlüyorsunuz onu." "Özlemek, altı harfe indirgenmiş kifayetsiz bir kelime. Oysa ben dört saat sonra Şehrazat'sız geçen 44 yıl, 19 gün ve ilk saatlerine uyanacağım. Şehrazat'lı çaylar içeceğim. Şehrazat'lı şarkılar dinleyeceğim. O pasta sevmez diye bir simidi ikiye böleceğim. Martıların boyunlarını bükeceğim ve o yanıma gelip oturur diye Tanrı bilir kaç simidi mundar edeceğim." Yazar: Soluksuzsayer
•
Reply