MenekseIer

lise 2'ydi, galiba bahçede dolanıyordum. gözlüklü bir kız yanıma yanaştı, gergin bi şekilde bakar mısın dedi. kızı tanımam etmem. bir şey mi oldu, dedim. meğer bir kız varmış beni seven. dedi ki; bizim sınıfta bir kız var seni seviyor. ama öyle böyle değil. belki sana göre güzel bir kız değil ama inan çok seviyor. senin için gece boyu ağladığına gözümle şahit oldum. annesi 2 yıl önce öldü babası da şehir dışına gidip geliyor iş için, yalnızlıktan olmasa da sevgisizlikten içi kurudu. ben dayanamıyorum onun bu haline. bir hafta olsun onun sevgilisi ol ne olur. dünya gözüyle onun mutlu olduğunu göreyim. kendisi sana gelemez, e sen zaten ona gitmezsin. ben yapmak istedim, sana söylemek istedim. eğer istemezsen anlarım ama yaparsan bir insanı gerçekten ve tam manasıyla mutlu etmiş olacaksın.

MenekseIer

şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. bir kere daha görmeyi, o güzel gözlerine bakmayı, kocaman yüreğine dokunmayı isterdim. belki buraları okursa diye yazıyorum; seni gerçekten sevdim...
Reply

MenekseIer

uzunca bir süre birbirimizi görmedik. korkumdan bahçeye bile çıkmıyordum görürüm de elim ayağıma dolaşır diye. aylarca düşündüm, üzüldüm, ara sıra gözlerim doldu. bana tarifi imkansız bir duyguyu yaşatmıştı o süre boyunca. hayatıma değer katmış, kalbimde iz bırakmıştı. sene sonunda tiyatro gösterimizde arka siralarda otururken görmüştüm onu sahneden. kalbim delicesine çarpmıştı. kendini ne kadar gizlemeye çalışmışsa da başaramamış, sandalyeye gömülmüşse de nemli gözlerinin parıltısı onu ele vermişti. oyun sonrası usulca kapıdan çıkıp giderken gördüm. bu onu son görüşüm oldu. arkadaşıyla görüştüğümde babasının işi sebebiyle bir başka ile taşındıklarını öğrendim. uzaklarda bir yerlerde hala beni seviyor, hala kendini sevdiriyordu.
Reply

MenekseIer

üzüntüm tarif edilemeyecek boyutlardaydı. sarıldım ona, kafasını göğsüme yaslayıp ağladı, beni de ağlattı. bir süre öylece bekledik. o an ölmek istedim. kahır denen şey gelip çöreklendi içime. öğle tatilin bittiğini haber veren zil yankılandı bahçede. ağlamaktan kızarmış gözleriyle bana bakıp son kez elime dokundu ve uzaklaştı.
Reply

MenekseIer

lise 2'ydi, galiba bahçede dolanıyordum. gözlüklü bir kız yanıma yanaştı, gergin bi şekilde bakar mısın dedi. kızı tanımam etmem. bir şey mi oldu, dedim. meğer bir kız varmış beni seven. dedi ki; bizim sınıfta bir kız var seni seviyor. ama öyle böyle değil. belki sana göre güzel bir kız değil ama inan çok seviyor. senin için gece boyu ağladığına gözümle şahit oldum. annesi 2 yıl önce öldü babası da şehir dışına gidip geliyor iş için, yalnızlıktan olmasa da sevgisizlikten içi kurudu. ben dayanamıyorum onun bu haline. bir hafta olsun onun sevgilisi ol ne olur. dünya gözüyle onun mutlu olduğunu göreyim. kendisi sana gelemez, e sen zaten ona gitmezsin. ben yapmak istedim, sana söylemek istedim. eğer istemezsen anlarım ama yaparsan bir insanı gerçekten ve tam manasıyla mutlu etmiş olacaksın.

MenekseIer

şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. bir kere daha görmeyi, o güzel gözlerine bakmayı, kocaman yüreğine dokunmayı isterdim. belki buraları okursa diye yazıyorum; seni gerçekten sevdim...
Reply

MenekseIer

uzunca bir süre birbirimizi görmedik. korkumdan bahçeye bile çıkmıyordum görürüm de elim ayağıma dolaşır diye. aylarca düşündüm, üzüldüm, ara sıra gözlerim doldu. bana tarifi imkansız bir duyguyu yaşatmıştı o süre boyunca. hayatıma değer katmış, kalbimde iz bırakmıştı. sene sonunda tiyatro gösterimizde arka siralarda otururken görmüştüm onu sahneden. kalbim delicesine çarpmıştı. kendini ne kadar gizlemeye çalışmışsa da başaramamış, sandalyeye gömülmüşse de nemli gözlerinin parıltısı onu ele vermişti. oyun sonrası usulca kapıdan çıkıp giderken gördüm. bu onu son görüşüm oldu. arkadaşıyla görüştüğümde babasının işi sebebiyle bir başka ile taşındıklarını öğrendim. uzaklarda bir yerlerde hala beni seviyor, hala kendini sevdiriyordu.
Reply

MenekseIer

üzüntüm tarif edilemeyecek boyutlardaydı. sarıldım ona, kafasını göğsüme yaslayıp ağladı, beni de ağlattı. bir süre öylece bekledik. o an ölmek istedim. kahır denen şey gelip çöreklendi içime. öğle tatilin bittiğini haber veren zil yankılandı bahçede. ağlamaktan kızarmış gözleriyle bana bakıp son kez elime dokundu ve uzaklaştı.
Reply

MenekseIer

Apollon güneşin ve ışığın tanrısıdır. Daphne ise bir
          su perisidir. Evlenmemeye ve bakire kalmaya yemin
          etmiştir. Eros aşk tanrısıdır. Genellikle elinde yay ve
          ok tutan küçük çocuk olarak görüyoruz. Attığı oklar
          ile insanları birbirine aşık ettiği bilinir. Tabi bunun
          yanında birde kurşundan yapılma nefret oklarıda
          vardır. Hikayemize başlayalım birgün Eros ve Apollon karşılaşırlar. Apollon Eros ile dalga geçer.
          "Ey aşk tanrısı bu savaş aletleri senin eline hiç
          yakışmıyor. O aletleri bana verde savaşta kullanıyım
          bilirsin her attığımi vururum" Eros'ta buna karşılık
          olarak" Güçlü Apollon, dediklerinde doğruluk payı
          var sen her attığını vurabilirsin ama unutma ben
          seni bile vururum" diyerek intikam yemini etmiştir.

MenekseIer

Bu hikaye  Hatay'ın Defne ilçesinde gerçekleşmiştir...
Reply

MenekseIer

Apollon hayretle olanları izler ve Daphne' ye seslenir. "Daphne ben seni çok sevmiştim seni başımın tacı yapıcaktım ama sen benden kaçtın. Madem eşim olmadın zaman benim onur ağacım olucaksın. Yaprakların her zaman yeşil kalıcak" Bu sözler üzerine Daphne yapraklarını Apollona doğru eğer ve göz yaşları dökmeye başlar. O kadar çok göz yaşı döker ki nehirler oluşmaya başlar. 
Reply

MenekseIer

Bir zaman sonra kaçmaktan yorulan Daphne toprak  ana Gaia'ya yalvarır. " Ey toprak ana beni ört, beni gizle" der. Birden Daphne'nin ayakları toprağa kök salar güzelim teni kabuk bağlar. Elleri uzayıp dallara güzelim saçları ise yapraklara dönüşür. Artık Daphne bir defne ağacına dönüşmüştür. 
Reply

MenekseIer

"Sevmiyor, seviyor yok sevmiyor.Aman papatya mı bilecek doğruyu, at gitsin.” Diyerek platonik aşıklar tarafından katledilen binlerce papatyanın anısına…

MenekseIer

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine sormadıklarını hep papatyalara sormuşlar. "Seviyor mu, Sevmiyor mu ?" diye… Sevdiğinize, sevginizi söylemekte geç kalmayın.
Reply

MenekseIer

Papatya sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatya içinden "seviyormuş" diye geçirmiş.
Reply

MenekseIer

Saatler saatleri kovalamış. Günler geçipte kelebek artık zamanı kalmadığını gücünün tükendiğini anlayınca papatyaya dönmüş ve "üzgünüm ama senden  ayrılmam gerekecek, demiş. Papatya buna bir anlam verememiş. “Neden” demiş. “Yoksa yanımda mutsuz musun ?”. "Hayır" demiş kelebek, bilakis sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat  biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim." Papatya bu duruma çok üzülmüş. Ama yapacak birşey yokmuş zaten . Kelebek artık  gücünün kalmadığını daha fazla tutunamayacağını  anladığında son bir gayretle papatyaya "Seni Seviyorum" diyebilmiş . Papatya donakalmış.
            Sadece "ben de" diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş içinden “keşke onun da beni sevdiğini bilseydim” keşke ona sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Reply

MenekseIer

MenekseIer

Kız omzunun üstünden son kez baktı ağaca.Acı bir çığlıkla yere yığıldı.Yemyeşil topraktan onun yerine yakut kırmızısı bir çiçek büyüdü.Ve güneş tepelerin ardında batarken çiçek açmaya başladı.Genç adam şaşkınlıkla ona baktı,derinden bir acı duydu.Sonra ormandan periler uçuşmaya başladı.Ve kızın hüzünlü şarkısını söylemeye devam ettiler…
Reply

MenekseIer

Onu reddetmesine sinirlendi genç.Ne var ki aşık olmuştu. ”Yeşil gözlü periyi alacağım ve o benim karım olacak.Şimdi beni reddedebilir ama fikrini değiştirecek.”diye düşündü.Aldı eline baltasını söğüt ağacının önünde durdu.Kız ona niye buraya geldiğini sorunca ”Seni özgür bırakacağım”dedi.Kız ne kadar yalvarsa da dinlemedi, kesti ağacı.”Şimdi söğüdün düştü,artık bana aitsin”dedi kıza.
Reply

MenekseIer

”Benimle gel kızım,söğüt yatağından gel.” diyerek çağırdı onu.Ne var ki, kız ona sadece baktı ve başını salladı.”Gör beni şimdi ,burayı terk edemem; dinle beni şimdi seni takip etmemi benden isteme.”diyerek şarkısını mırıldanmaya devam etti.Ama bizim oğlan çoktan vurulmuştu kıza.Sarı bir çiçek buldu yerden, uzattı ona.Kız gülümsedi.Kulağının arkasına sıkıştırdı çiçeği.Genç adam daha çok etkilendi onun bu narin hallerinden.”Kızım dedi ona kalbimi ele geçirdin.Ah,şimdi senin kölen olurum”dedi.Ancak kız ona asla evlenemeyeceğini söyledi. Ne yakın bir zamanda ne uzakta.
Reply

MenekseIer

Meral, liseden arkadaşım. Akıllı kızdı, ta o
          zamanlardan yalnızlığı överdi. Hiç yakın
          arkadaşı yoktu. Sevgilisi de yoktu. Aşkı
          yererdi. Ara sıra, canı çekerse, bir tek bizim eve gelirdi. Türk kahvesi severdi, biz o zamanlar hep kola içerdik. Kocaman salonumuz varken benim minicik odamda oturmak isterdi. Yatağın, peteğe yakın ucuna bağdaş kurar, pencereden dışarıya bakarak hayatindan ne kadar memnuniyetsiz olduğunu, geleceğinden umutsuz olduğunu anlatırdı. Elinde gitarı, arada bir tingırdatırdı. Hep kahve fincanini ters çevirir, falda hep aynı şeyi görürdü, bak yüreğim kararmış. Diğerleri bunalım Meral adını takmıştı, o da bilirdi bu takma ismi ama ses etmezdi. İçten içe severdi bu ismi. Öyle görünmek hoşuna giderdi sanki. Emin değilim, ben hep öyle hissettim. Sormadım ona. Ona soru sorulmazdı çünkü. Kalın, siyah hirkasına iyice sarınır, ellerini, sadece parmak uçları görünecek şekilde içeri çeker, bir şey anlatmak ister gibi bakardı.

MenekseIer

Ellerim titreyerek telefona sarıldım. m harfi ne kadar uzaktaymış. Buldum, aradım. Bir kadın çıktı "Meral" dedim. "Yanlış sanırım ben selin" dedi. Sesi Meral olamayacak kadar neşeliydi.
Reply

MenekseIer

Ayrılırken sarıldı bana. "Arayacağım seni, bir sonraki içkiler benden olacak" dedim. "Ara" dedi, anlattıklarında bazı boşluklar vardı. atlamış mıydı unutmuş muydu bilmiyorum. Uzun uzun sessiz kalıyordu anlatırken. Yol boyu bunları düşündüm. Tam apartmanın kapısını açarken bir cümle patladı kafamda "Ölmek kurtuluş da, intihar aşağılıkça be kızım. Geride kalana yapılan bir zulüm, işkence. Başka bir şey değil. Geride kimse kalmadıysa yap tabi, çek fişi kurtul."
Reply

MenekseIer

"Şimdi ne yapacaksın, nerde kalıyorsun, bana gel, bir şeye ihtiyacın var mı gibi şeyler söyledim. Muhtemelen ben bunları söylerken onun kafasının içinden kamyonlar geçiyordu. "Yapılacak işlerim var, kalkalım" dedi. Hesabı ödemek için uzandım, elime sertçe vurdu. Cebinden buruş buruş olmus paralar çıkardı. Geriye beş lira ve birkaç bozukluk kaldı elinde. Paraya baktım, bakarken yakaladı. Gülümsedi. Telefonunu istedim. Verdi. benimki hâlâ vardı onda. Bir kere bile aramamıştı ama. Söyledim bunu, güldü. "Sen de bir kere bile telefonunu değiştirmemişsin be  kızım" dedi.
Reply

MenekseIer

Ben 9 yaşındayım, Ali 13 yaşında o zamanlar. Ben çocuk gazetesi okurken Ali berber Mustafa amcanın yanında çıraklık yapıyor. Mahalledeki kocamış evlere gider, yüklerini sırtlanır sonra tıraş edip geri dönerdi. Mahalleli çok severdi Ali’yi, benim gibi. Ben, Döne. Ben 11 yaşındayım, Ali 15 yaşında. Ben kuran kursundayken ali marangoz dilaver amcanın yanında çıraklık yapıyor. Mahalle dışına ilk kez çıktı o zamanlar. Lafı gelir, çok severlermiş aliyi. Benim gibi. Ben 13 yaşındayım, Ali 17 yaşında. Ben biçki dikiş kursunda nakış yaparken Ali tamirci Musa abinin yanında kalfalık yapıyor. Mahallenin parlak çocuğu diyorlar bizim kızlar, Ali için çok seviyorlarmış benim gibi. Ali’nin beni sevdiği gibi çok. Mahalle kahvesindeki babama azık götürmek için kucaklardım sefer tasını, Ali’nin kalfalık yaptığı dükkânın önünden geçerken sefer tasını tıkırdatır, adımlarımı yavaşlatırdım. Geldiğimi anladığı an gözükürdü içerden. Zaman ikimizin arasında kıvranır dururdu. Eli yüzü pas dolu, tozlu. Alnından bir ter düşer yanaklarına. Tam o an yeryüzündeki tüm kuşlar kanat çırpardı, Ali’nin sevgisini fısıldardı kulaklarıma. Ben 15 yaşındayım, Ali 19 yaşında. Ben hala biçki dikiş kursunda nakış yapıyorum, ali tamirci dükkânını çeviriyor. Hala dükkânın önünden geçerken adımlarımı yavaşlatır, elimde varsa sefer tasını yoksa yerdeki taşları tıkırdatır adımlarımı yavaşlatırım. Kan ter içinde gözükür içeriden, bir gülümseme yayılır mahalleye. Eteklerim uçuşur onun rüzgârı ile. Gökteki kuşlar duyar, aramızdaki o sırrı. Ben Ali’nin bu sırrına vurgunum.

MenekseIer

Ben 47 yaşındayım, Ali hala 22 yaşında.
            Sefer tası tıkırtısına bahar getiren, alın terine kuş cıvıltıları sığdıran o yar!
            o yar gelir Ali’m!
Reply

MenekseIer

Ben 16 yaşındayım, Ali askerde.
            Ben 17 yaşındayım, Ali askerden henüz geldi. Ardından mektubu ve bir kare fotoğrafı geldi.
            ‘Döne’m! Sensiz tam beş mevsim geçti. Şimdi vuslat vakti. Çeyizini hazır et.’
            Ben hala 17 yaşındayım, Ali 21 yaşında. Mahallenin parlak çocuğu evleniyor fısıltıları sarmış tüm sofraları. Kuşlarda bir telaş, rüzgârda bir dinginlik var. Artık ali ile aynı yastıkta bitiriyoruz günü. Ben mahallenin parlak çocuğu ile evlenen Döne.
            Ben 18 yaşında henüz yüklüyüm, Ali 22 yaşında… Ali’ye azık götürmek için kucakladım sefer tasını, aynı heyecan aynı telaş sefer tasını tıkırdatarak adımlarımı yavaşlattım. Ali gözüktü içeriden, gözlerinde bir bahar vardı bu çocuğun. Ben zaten Ali’nin bu sırrına vurgunum. O gün akşam eve gelmedi Ali, haberi geldi. Bir haydut vurup kaçmış. Ne Ali hayatta ne de yavrumuz. O sene tüm evleri bahar bulurken kışın ortasını yeleksiz yaşadım ben.
Reply

MenekseIer

Veronika, 22 yaşlarında genç, güzel, gezmeyi ve
          sosyal takılmayı seven bir kadın olmasına rağmen
          hayattan zevk alamıyor, her daim bir şeylerin eksik
          olmasindan kaynaklı yeterince mutlu olamayan
          bir kadindir. Bir gün intihar girişiminde bulunur
          ve hayata veda ettiğini sanarken, gözlerini açar.
          "Burasi cehennem mi?" dedi Veronika. Derinden
          bir ses, 'hayır, daha vaktin var: dedi. Veronika
          intihar girişiminin başarsızlıkla sonuçlandiğını ve
          kendisinin bir akıl hastanesinde olduğunu anlar.
          Intihar girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığını
          öğrenen ve hoşnutsuz olan Veronikalya iyi haberi
          Dr.lgor, "Yarım biraktiğın iş tamamlanacak, çünkü
          birkaç günde hastaneyi pek umursamaz, çünkü
          birkaç gün sonra hayatta olmayan biri için yapacak
          pekte bir şey yoktur. Ama 3-4 gün geçtikten sonra
          hastanedekilerle arkadaşlık kurmaya çalışır.
          Bunlardan biri şizofreni hastası Eduard'dir. Eduard,
          Veronika'nın piyano çalmasına tutulmuş bir gençtir.
          Veronika Eduar'da karşı tarifi olmayan birtakıim
          duygular besler, ölümün yaklaştığı günlerde onunla
          beraber olmak ister. Ancak Eduard, kimseyle
          konuşmamiş ve herkese konuşmadığıni sahiden
          en fazla 1 hafta ömrün kaldı." der. Veronika, ilk birkaç günde hastaneyi pek umursamaz, çünkü
          birkaç gün sonra hayatta olmayan biri için yapacak
          pekte bir şey yoktur. Ama 3-4 gün geçtikten sonra
          hastanedekilerle arkadaşlık kurmaya çalışır.
          Bunlardan biri şizofreni hastası Eduard'dır. Eduard,
          Veronika'nin piyano çalmasına tutulmuş bir gençtir.
          Veronika Eduarda karşı tarifi olmayan birtakım
          duygular besler, ölümün yaklaştıği günlerde onunla
          beraber olmak ister. Ancak Eduard, kimseyle
          konuşmamiş ve herkese konuşmadığını sahiden
          bir şizofreni olduğuna ikna etmiştir. Vaktinin
          dolmasına sadece 1 gün kalan Veronika, Eduard ile
          yürüsteyken Eduard konuşur ve ona bu son günü
          dişarda geçirmek gerektiğini söyler ve elinden
          tutup firar ederler. Lüks bir lokantada yemek yerler,
          gece boyu şarap içerler ve birbirlerine sarılarak
          ağlamaya başlarlar.

MenekseIer

Kuşların uçuştuğu hafif sakin bir parkta oturuyorduk. Telefon elinde telaşlı bir şekilde dayısının aramasını bekliyordu. Yüzündeki telaş çektiğim fotoğraflara bile yansımıştı. Ben rahat bir o kadar huzurluydum. Havada tam bir Ankara soğuğu vardı. Ama gökyüzü güzeldi. Göstermelik bir güneş arada üstümüze vurup kaçıyordu. O sırada bir dede geldi. Sabahın köründe fena içmiş belli. Radyosu elinde, cebinde oynamalık kaşıklar… koydu bir kenara radyoyu. Kafası nasıl güzelse artık açmayı bile unuttu şarkısını. Çıkardı kaşıklarını, başladı oynamaya… sormayın nasıl oynama. Tüm dünya etrafında dönüyor olabilirdi o an. Her şeyi kenara bırakmış başının dönmesine eşlik ediyor gibiydi. Bağıra çağıra şarkılar söylüyor. Bir yandan da alaveresiye oynamaya devam ediyordu. siyah şapkası, bu havada taktığı güneş gözlükleri bile dikkat çekmiyordu dünyadan bir haberdi. Kaşıkları ve dansı dışında ilgi odağı kalmamıştı bizde. Bıyık altından gülmem bir süre sonra kahkahaya dönmüştü. Mavi beyaz çizgili kravatı, siyah gömleği, kahverengi kemerine taktığı anahtarları, siyah pantolon ve ayakkabıları bana bir şeyi çağrıştırıyordu, bir türlü bulamadığım bir şeyi. Dünya umrunda değildi. Etraf ve etraftaki düşünceler… Daha önce sarhoş olmadım ama kafasının nasıl olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Eğleniyordu. Kaşık sesleri bir yana o seslere uyumlu bağırışları bir yanaydı. Etraftakileri de bu alaycı dansına davet eder gibi bir hali vardı. Biz o sırada kalktık, sorun hallolmuştu. Ama biraz yürümek gerekti. Bir süre sonra tekrar arkamızda gördük bu sarhoş dedeyi. Radyosu elinde salına salına, düştü düşecek yürümeye devam ediyordu arkamızdan. Tam bir saykoydu. etrafa da eğlence çıkmıştı. Hem kafasını dağıtmış, hem de gülen suratlar bırakmıştı. Anlaşılan ara sıra da olsa dalgaya yaşamak gerekiyordu hayatı.

MenekseIer

Bayım bakar mısınız! Bana dönen gözlerle, olduğum yere çakıldım. Birden o, meşhur zamanda geri gitme sahnesini yaşadım önce insanlar hızlıca aktı, sonra her şey bulanıklaştı.

MenekseIer

Bayım bakar mısınız!
            
            Bana dönen gözlerle olduğum yere çakıldım. Onun gözleri değildi ama çok benziyordu, gözümden yaşlar akarken adam bana anlamayan gözlerle bakıyordu. Artık çok geçti, ben umudumu kaybettim o gelmedi, ben yaşlandım o bilmedi, ben çocuğuma onun ismini verdim o duymadı, yeşil gözlü bir adamla evlendim ona inat ama o görmedi , köyde onun evine yakın bir mezarlık aldım kendime belki yaşlanınca gelir oturur orda, bende ona yakın olurum diye, ama o yine bilmedi…
Reply

MenekseIer

Gülümseyince gözleri kısılırdı ve hafiften çekik olurdu gözleri, güneş tam gözlerine vurduğunda gözleri dere kenarında ki ağaç gibi apaçık bir yeşil olurdu, sinirlendiğinde gözleri bizim köyün ormanlarında ki ağaçların renginde olurdu. Koyu mu koyu bir yeşil, bana huzur veren bir onun gözleri birde ormanda ki ağaçların rengiydi. Bir insanın gözleri aynı anda yeşilin bütün tonlarını barındırır mı diye sorabilirsiniz, benim orman gözlümün gözleri barındırırdı işte. Hayır canım, mübalağa yapmıyorum bir görseydiniz sizde hayran olurdunuz. Şimdi diyeceksiniz ki sen bunları nereden biliyorsun? Ben onun bilmediklerini bile biliyorum. Mesela, köyde yaşlıları görünce farkında olmadan gözleri dolardı yufka yüreklim işte, çayının üzerinde çöp varsa o çaydan hiç içmezdi aslında çayı çok severdi, katmerlerin üzerine tereyağı sürülmemişse yemezdi, domatese alerjisi vardı, her domates yediğinde yüzü kaşınırdı ama o alerjisi olduğunu akıl etmezdi homurdanıp dururdu, bense uzaktan bu haline kıkırdardım, çayırda uzandığında hep sol bacağı, sağ bacağının altında kıvırılırdı bunu hep farkında olmadan yapardı, ayağa kalktığında ise ilk bir kaç dakika yürüyemezdi, bense her zamanki gibi yine gülerdim onun bu hallerine. Daha bunun gibi bir sürü şey… Bana sakın sapık demeyin, ben sadece onu çok ama çok seviyorum.
            Şimdi sana bu mektubu  çok uzaklardan ithafen  yazıyorum orman gözlüm. O, cahil yarım akıllı kız büyüdü okudu, seni örnek alıp mektepli oldu. Artık şivesi düzgün bir İstanbul şivesi, ayakkabıları hep yeni, kalem etekleri hep ütülü.. Çalışıp parasını kazanıyor bir yandan da her an seni düşünüp duruyor, öyle bir sevmiş ki bu cahil kız seni gelen bütün tekliflerini geri çeviriyor. Bir gün döneceğine inanıyor, hiç umudunu kaybetmedi hala inanıyor safça…
Reply

MenekseIer

Seneler Öncesi…
            
            Bir çift yeşil göz, bu gözler için her şeyi karşıma almaya razıydım yeter ki bana da ona baktığı gibi baksın, yeter ki beni de onu sevdiği gibi sevsin. Umut işte her gün yaylaya hayvanları otlatmaya giderken bunu hayal ediyorum. Şimdi beni merak ediyorsunuz ben kim miyim? Aslında hiç kimse. Birilerinin kızı, birilerinin kardeşi, birilerinin arkadaşı, birilerinin işçisiyim, birilerinin de hiç kimsesiyim. Böyle işte aslında kocaman bir hiçim, aynı zamanda herkesin her şeyi olabilirim. Ayağımda eski pabuçlarımla beraber pazara doğru yol alıyorum, saçlarım kirlenmiş biraz ama olsun bur da her şey kirli zaten, üzerimde yamadan rengi görülmeyen ablamın küçülmüş elbisesi. Yüksek kahkaha seslerini duyunca adımlarım o yöne çevrildi, hep bu köşede otururdu arkadaşlarıyla, ağzında sigarası elinde gazetesi ile. Geçen çeşme başında konuşurlarken duydum. Mektepli diyorlardı onun için okuyormuş, İstanbullara gidip büyük adam olacakmış.  O, bizim gibi değilmiş. Bu söylediklerini hiç anlamadım, ne varmış okuyorsa bende okudum. Köy okulunda beşe kadar gittim yetmez mi yoksa? Hem neden bizim gibi değilmiş ki… Onu da bir ana doğurmuş, onun da bir ailesi var, o da dokuz aylık, onun da iki gözü, iki kulağı var.. Ne yani canım, şimdi benim ondan ne eksiğim var? Ha arada bizimkiler bana yarım akıllı derler ama o sayılmaz, genelde ablamın mektuplarını nişanlısına götürmediğimde kızınca söyler. Bende ona bir mektup versem okur mu acaba? Ya bana gülerse, ya yanlış yazdığım kelimelerle dalga geçerse, ya okumadan direk tandır ateşine atıp yakarsa, en iyisi hiçbir şey yazmadan uzaktan izlemek… Biraz size onu anlatayım.
Reply

MenekseIer

Debelenip durduğum bir öyküye çay kokulu, kahvaltı sofrası tadındaki güzel günlerimi yâd ederek uyandım; pastaneden alınan tatsız kahvaltı tadındaki günlerime.
          Yürüdüğüm bu kargaşalı, kalabalık yolları omuzlarımda kalan cesetlerin kokusu ile devam ettim. Aynı telaş, aynı iş, aynı yollar, aynı yüzler…
          Çayın tadını aratan şekersiz kahvem, mahallemdeki çaycı Şakir amcanın sıcaklığını özleten kahveci Burak abi… Hep aynı düzen
          Ağaçların arasında yürüdüğüm patikaların yerini şimdi asfalt yollar aldı.
          Hatırlarım da;
          Bir bayram sabahı olacak, annem yine en güzel kahvaltısını hazırlamış. Bayramlık kıyafetlerimizi ütüleyip asmış kapının ardına. Evde bayram sevincinden zıplamaktan ne kahvaltı görüyor gözüm ne de bayramlık. Annemin en güzel kahvaltısına en güzel şarkılarım ve şiirlerim ile eşlik edip ayağına bağ oluyordum. Şimdi ise…
          Şimdi ise anladım ki benim bayram sevincim annemmiş. Ne bayramlık kıyafetler ne bayram şekerleri ne de bayram harçlıkları. Yalnızca annem, annemin sesi, annemin çayı, annemin telaşı… İşte şimdi ‘nerede o bayramlar?’ diye oturup saatlerce serzenişte bulunabilirim. Hakkım var.

MenekseIer

Yine hatırlarım da;
            Babamın işten dönmesini saatlerce camda beklemiştim. Yemek yemeyip, su bile içmemiştim. Gelse bir ona annemin yaptığı yeni oyuncağımı gösterecektim. Geç saat olunca uyuya kalmışım sedirin üstünde. Sabah uyandığımda koşa koşa tarlaya gittim babama bakmaya, bulamadım geri döndüm eve. Annem sedirin üstünde ağlıyor, teyzem yanında elini tutmuş. Anneannem annemin saçlarını okşuyordu. Soramadım, ne olduğunu sormaya cesaret edemedim. Kapının önünde öylece kalakaldım, o çocuk yaşımda anlamıştım annemin neden ağladığını. Zaten bir daha da içli içli güldüğünü görmedim annemin.
            Şimdi ise anlıyorum ki, benim çayımın tadı babammış, oyuncaklarımın hevesi, patika yolların tadı, tarladaki ekinlerin bereketi babammış.
            Yaşım yaş almış, şakaklarıma kar yağmış anlıyorum ki benim hayatımın tadı annemin bayram telaşlı yüzü, babamın bereketli bakışlarıymış.
            Ne kahveci Burak abinin ne de omuzumdaki cesetlerin suçu varmış. Tek derdim olmayan çocukluğummuş.
Reply