29: Yalnızlık

40.2K 1.8K 1.6K
                                    


23 HAZİRAN 2019, PAZAR


Oturduğu deri koltukta huzursuzca kıpırdanan kız, elini bir yelpaze gibi sallayarak daha kolay nefes alabilmeyi umut etti. İnce bileklerinin ucundaki zayıf parmaklar terlemesinin önüne geçemeyince etrafına bakınmaya başladı.

Nişantaşı'ndaki yaşlı binanın dördüncü katında olan ve caddeye bakan odanın, camları örtülü olduğu sürece nefes alamayacağını anladı. Kahvenin hemen her tonunun bulunduğu odada, oturduğu deri koltuğun, bacaklarının değdiği kısımlarında terlediği için ince bir ıslak katman oluşturduğunu gördü. Camı açmak için ayaklanacağı sırada, sevimli bir yüzü olan kadın yeniden girdi içeri.

-Hakan Bey, geciktiği için özürlerini iletti. Bir isteğiniz olur muydu Miray Hanım, ne ikram edeyim size?

Miray çantasının içindeki telefona uzanıp saate baktı o an. 12.54. Adam gecikmemişti ki, kendisiydi erken gelen. Sonra başını kaldırıp kadına baktı.

-Su alabilir miyim?

Daha kadın cevap vermeden cama döndü tekrar yüzünü ve ayaklandı.

-Camı açabilir miyim bir de?

Oysa haziranın boğucu sıcağı şehre düşmüşken klimanın çalışan oda oldukça serindi. Ama işte kızın ayak parmaklarından başlayarak tüm bedenine yayılan bir ısı dalgası vardı. Sonra o ısı dalgası birden buz kesiyor ve sıtmalanmış gibi titriyordu kız. Kollarındaki zayıf tüyler birdenbire şahlanıyor ve midesinden bir safra ağzına doğru yükseliyor gibi oluyordu. İşte o anlarda hep bir ses yankılanıyordu kafasının içinde. "Çok yanlış bir yerdesin. Yanlış yapıyorsun."

-İyi misiniz Miray Hanım, renginiz sarardı sanki?

Miray, camdan çevirdiği bakışlarını yeniden o tatlı yüze döndürdü. Bir yandan da ayaklanıp cama yürüdü.

-İyiyim. Camı biraz açsam daha rahat nefes alacağım.

Kendinden önce o tatlı kadın uzandı cama, bir yandan da Miray'ın koluna girmek istedi. Oysa açılan camdan yüzüne vuran sıcak hava bunaltıcıydı. Ama nefes almak bir anda kolaylaştı kız için. Elini pencere pervazına atınca, rengi tatlı bir bronzlaşma yaşayan kolundaki o küçük tüylerin nasıl kabardığını gördü Miray. "Yanlış yerdesin." Oysa üç gün önce öyle doğru, öle güzel bir yerdeydi ki... Hatırladı...





***








Bedenini yan çevirip dudaklarını biraz daha uzattı Boran'ın yüzüne doğru. Adamın gözleri kapalıydı ama bütün bedeninden öyle güzel bir yaz kokusu yayılıyordu ki, kız, adamın o güzel dudaklarının kenarını öpme isteğini bastıramadı. Tam iki dudağın birleştiği o yere dudakları dokunduğunda, tuzlu suyla karışmış bir güneş kreminin kokusu burnuna doldu. Aynı anda o güzel dudakları kıvrıldıysa da Boran, gözlerini açmadı. Onun yerine, kumun üzerine serdikleri çarşafta biraz daha kıpırdanıp kıza sokuldu. Sonra yeniden hissetti o dudakların kendisine dokunduğunu. Bu kez yanağına isabet etmişti kızın öpücükleri, sonra kulağının yanına, sonra da çenesinin yakınına.

-Biraz daha burada yatarsak ıstakoza benzeyeceksin.

Sırıttı adam. Ama ağzını açıp cevap da vermedi.

-Avanos'ta kimse vücuduna yoğurt sürmez ama haberin olsun.

Hayal edip tiksinircesine başını salladı bu kez Boran.

-Akşam güneşi bu, yakmaz ki. Bırak biraz daha tadını çıkarayım. Eminim Avanos'ta böyle güzel bir kumsala serilip sevgilimle güneşlenme şansım da olmayacak... Hayır, nişanlımla diyecektim.

Bunları da beğenebilirsiniz

          

Adam bir türlü kalkmayınca Miray, Boran'ın omzuna bir öpücük kondurarak kalktı yattığı yerden ve bir süredir yatıyor olmanın verdiği baş dönmesiyle etrafına bakındı. Sahilde kalan insan sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi. İşte en güzel saatler başlıyordu şimdi. İkinci günleriydi Çeşme'de.

Boran, hem Miray'ın mezuniyetini kutlamak, hem bütün yaz boyunca beraber tatil yapmamış olmamak için hem de terhis olmadan evvel son kez izin kullanmak adına gelmişti Avanos'tan. Günlerce konuşup planladıkları bu tatilde, Boran küçük bir tatil kasabasında, otelde kalmak için ısrar ettiyse de, Miray, herkesten uzak, tenha bir koydan denize salınmak ve olabildiğince baş başa kalabilecekleri bir tatil için direnmişti. Otel değil, çadırda kalmak istemiş ve ayaklarının sudan hiç çıkmasını istememişti.

-Hem kalabalıktan uzak olsun diyorsun hem de Çeşme diyorsun. Nasıl olacak o iş?

-Kleopatra Plajı diye bir yer varmış. Toplu taşıma imkânı yokmuş ve bir site içerisinden geçilerek ulaşılıyormuş. Market bile yokmuş civarında. Sadece sitede olanlar ve dışarıdan bilen çok az kişi oluyor demişler forumlarda. Resimleri bile çok güzel. İstersek, bunalmayız dersek Alaçatı'da yakınmış.

-Orayı istiyorsun yani? Tamam, Alaçatı olsun ama otelde kalalım.

-Hayır, Alaçatı istemiyorum. Orası kalabalıktır. Ben Kleopatra Plajında çadır kurmak istiyorum. Araba altımızda olduktan sonra başka koylar da buluruz.

-Dört gün için maceralı olmayacak mı biraz?

-Tam tersi sevgilim... Macera değil, sen, ben ve deniz. Başka hiçbir şey olmayacak.

-Madem öyle diyorsun. Sen nasıl istersen öyle yaparız.

Öyle olmuştu. Her şeyi Miray planlamış, bütün hazırlıkları o yapmış; Boran için bile bir sürü alışveriş yaptıktan sonra adamı akşam vakti havaalanından alıp o gece dinlendirmiş ve sabaha karşı yola çıkmışlardı. Geçen zaman iki şeyi çok iyi öğretmişti onlara. İlki beraber geçirdikleri bir saat bile çok kıymetliydi. Diğeriyse aşk zamanla kaybolan değil, aksine zamanla kıymetlenen bir şeydi.

Hava aydınlanmadan yola çıktıkları sabah, kamyonetleriyle ilk uzun sayılacak yolculuklarına başlamışlardı. Mola vere vere, kimi kez Miray Boran'ı arabada besleyerek kimi kez Miray'ın son ses açtığı müziklerle, sonra Miray'ın şoför koltuğuna oturmasıyla girmişlerdi İzmir'e. Vakit öğleyi bulmuş; navigasyon onlara Çeşme'ye girdiklerini söylemiş ve Alaçatı tabelalarıyla beraber sağ yanlarında görünen rüzgâr tribünleri ve masmavi deniz ikisini de heyecanlandırmıştı. Kamyonetin kasasına aldıkları mini bir buzdolabı türlü içeceklerle, yanlarındaki çanta ise atıştıracak bir sürü ıvır zıvırla doluydu. Alaçatı'nın merkezine vardıklarında, Miray direksiyonu Boran'a bırakmış; "Sonra şurda kumru yiyelim, bir de dondurmacı vardı buralarda bir yerde." derken Boran daha evvel kızın buraya gelip gelmediğini sormuştu. "Bir kez geldik Tuğçe'yle. Onların yazlığı var burada." demişti. Sonra adını andığı kızla canı sıkılmış ama neyse ki Boran sol yanda gördüğü yel değirmenlerine dikmişti gözünü. "Şurası ne biliyor musun? Gitmeden uğrayalım buraya da."

Miray, adamın baktığı yana dönmüş ve sonra gülmüştü. "Tarihi bir yeri kaçıracağım, müze varsa gezmeyeceğim diye aklın çıkıyor değil mi?" demişti.

İlçe merkezinden çıkıp çadır kuracakları koyu ararlarken yol hakikaten ıssızlaşmış; asfalt yerini ince kumdan bir yola emanet etmiş, yol daralmış, kavisler çizerek bir tepe tırmanışına geçmişlerdi. Sol yanları egenin nefes kesen denizine bakarken bu ıssızlık ikisini de şaşırtmıştı. "Doğru yola olduğumuza emin misin sen meleğim? Sanki denize paralel ama denizsiz bir yere gidiyor gibiyiz?"

BoyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin