Bir şey fark ettim, kum. İnsanlar çirkinleştirdiği her şeye acıyarak, neredeyse tiksinerek bakmaya başlıyorlar zamanla.
Aklıma tanıdığım kadınlar geldi. Bir de bu sıra Aytmatov'un kitaplarını okuyorum. Oradaki kadınlardan hareketle düşünmeyen başladım sanırım. Hepsi acıya, zorluğa ve çaresizliğe karşı koymaya çalışan, göğüs geren kadınlar... bu direniş, onlardan güzelliğini, gençliğini, endamını, sevincini, neşesini alıyor. Başka türlü olmaz çünkü. Savaşırken fedakâr olman gerekir. Kendinden verdikçe geriye direnişin solgun, hüzünlü, kuru çizgileri kalıyor. Yaşlanmak, yaş almakla ilerlemiyor böyle zamanlarda.
Ötede ise güzelliğini koruyabilmiş olanlar var. Onların güzelliği, direnenlerin çirkinliğiyle kıyas ediliyor. Sonuçta güzellik kazanıyor. Kazanıyor mu? Hangi güzellik? Bu soruları sormanın anlamı yok artık, kum. Yüzlerimiz kalplerimize galip; ruhumuz bedenimize mağlûp nicedir.
Kendimizi kandırmayalım. O çirkinleşmiş kadınlar bunu hak etmedi, doğru. Tıpkı Caydar'ın bahsettiği gibi. Ondan güzelmiş, iyiymiş ne değişir? O da beklemişti dört gözle cephedeki eşini. Ne oldu, peki? Bu kadının mutsuzluğuyla güzelliğini yitirdi. Kocası başka bir kadını seçti. Caydar fazlasıyla dirayetliydi. Umursamaz göründü, çaresizliğini kabul etti.
Üzgünüm Caydar ve üzgünüm buna maruz kalan tüm kadınlar. Mesele sadece eş ile ilgili değil, kum. Ben güzelliği çalınmış bütün kadınlar için üzgünüm. Onların bir kalbi olduğunu unuttukları için mahcubum. Kalbimi ihmal ettiğim için de yorgunum.
Bir kadının hiçliğinden yoksulluğuna uzanıyor bu yol. Bense korkuyorum ve yorgunum.